bloch-ernst-1964

Bloch’un Gizemi

Serdar Köşkeroğlu

Bloch ile alâkalı olan bir kitabın tanıtım yazısına Blanchot ile başlamak olağanın ne kadar dışındadır bilmiyorum, fakat başlarken öne çıkarmak istediğim bir husus var ve bundan ötürü Blanchot’yla başlayalım.

Blanchot, Bekleyiş Unutuş isimli eserinin bir yerinde şunu söylüyor: “Gizem: Onun özü her zaman dikkatin berisinde olmasıdır. Ve dikkatin özü, kendi içinde ve kendisi sayesinde, her daim dikkatin berisinde ve tüm bekleyişlerin kaynağı olanı koruyabilmesidir: Gizemi.” Daha sonra şu ifadeleri ekliyor: “Dikkat (attention), dikkatten kaçanın kabulü, beklenmeye açılış, her bekleyişin beklenmeyeni olan bekleyiş (attente).” Kuşkusuz Blanchot’nun ışıltılı ifadelerinin ardından söyleyeceklerimiz, Sirius’un dikkat çekici ışığının yanında Alnilam’ın dikkatten kaçan (fakat yine de güzel olan) ışığına benzeyecektir.[1] Alnilam’ın daha karanlık olmasının zorunluluğu, bizleri güzel bir zorunluluğa sürüklemekte: Karanlığa. Karanlık konusuna daha sonra değineceğiz.

Blanchot’dan yaptığımız alıntıya dönecek olursak, onun vurgusundan ne anlamamız gerektiğini sorarak başlayalım. Blanchot, dikkat ve bekleyiş sözcükleri arasındaki benzerliğe odaklanıyor; bu odağın bizim konumuzla olan iç içeliğini anlamaya çalışalım. Blanchot’nun sözlerindeki “berisi” vurgusu burada çok önemli bir anlam taşıyor; çünkü Blanchot burada “berisi” derken ileriyi ya da geriyi kastetmiyor, dikkat ile gizemin iç içeliğine, hatta belki de karanlıkta onların ayırt edilemeyecek olmalarına vurgu yapıyor.[2] Geldiğimiz noktaya dikkat kesilirsek elimizde üç kavram olduğunu göreceğiz: Gizem, dikkat, bekleyiş.[3] Gizem dikkat ile aynı saftadır, dikkat tüm bekleyişlerin kaynağını (gizemi), onu kendi tarafına çekerek değil, onunla aynı tarafta kalarak korur ve özünü böyle ortaya koymuş olur. Kontrastı yükseltirken yani bekleyişe geçerken bir analoji kuralım.[4] Dikkati edimsel olan olarak anlarsak, gizemi de potansiyel olarak anlamamız çok yerinde olacaktır; çünkü potansiyel edimselin içindeyken olmaklığını yitiren bir şey değildir, aksine, potansiyel edimselin içinde korunarak var olur. Analojimizi kurduktan sonra dikkatimizi şimdi geldiğimiz noktaya yöneltelim: Edimsel olan ile potansiyel olan buradayken bekleyiş nerededir? Diyelim ki bekleyişi de bir şekilde bulduk, peki ya umut nerededir?

Sanıyorum, gizem bütün bekleyişlerin kaynağında yatan bir şey olmasaydı da bekleyiş gizemin kaynağında yatsaydı işimiz daha kolay olurdu; çünkü böyle olsaydı dikkat, edimsel olan olarak kalmaya devam ederdi ve bu sefer de potansiyel olan bekleyiş olurdu. Gizem ise potansiyel ile edimselin (genel olarak var olanın) berisinde olmayan bir şey olarak kalarak gizemini/özünü korumaya devam ederek var olurdu. Gizemin oluş tarzı böylelikle bizi umuda daha kolay götürebilirdi. Ancak biliyoruz ki gizem bütün bekleyişlerin kaynağında yatıyor.

Blanchot’dan yaptığımız alıntıyla birlikte umudu ve Bloch’u anlamamız için olmazsa olmaz olan dikkatin, gizemin ve bekleyişin var olma tarzlarını anlamaya ve gözler önüne sermeye çalıştık. Şimdiyse “umudun filozofu” olan Bloch’a dikkat kesilme vaktimiz geldi.

Peter Thompson, Umudun Mahremleştirilmesi’ne yazdığı “Giriş” yazısında, faşizmi değerlendirme konusunda Bloch’un, dönemdaşları olan diğer Marksistlerden nasıl ayrıldığını belirtir: “… Bloch 1930’larda faşizmi kabaca kapitalist bir sapma veya bir yanılgı olarak değerlendirip reddetmek yerine ciddiye aldığı için Marksist yoldaşlarıyla çok sıkıntılar yaşamıştı.” Bloch, umut ve ütopya kavramlarına başvurmadan faşizmin anlaşılamayacağını düşünüyordu. Onun dikkatten kaçışı da bu tutumunda saklıdır. Thompson’ın yazısından biraz önce Žižek, Bloch’un salt bir ideoloji eleştirisini yeterli bulmadığını, bir ideolojiyle savaşmak için o ideolojideki ütopyacı görüşü görmemizin gerekli olduğunu söyler. Kitaptaki makalelerde Bloch’un ütopyadan ne anladığı paralel okumalar eşliğinde bizlere sunuluyor, bilhassa onun bir ütopya tasarlamadığının, dolayısıyla da onun ütopya anlayışının klasik bir ütopya anlayışından hangi biçimlerde ayrıştığının üzerinde duruluyor. Kuşkusuz bütün yazarların yapmaya çalıştığı hamle, Bloch’un çağdaşımız olduğunu vurgulamaları; bu vurgular bugünün sorunlarına Bloch’un bakışının yönlendirilmesiyle sonuçlanıyor. Örneğin bir makalede Bloch’un felsefesi toplumsal cinsiyet problemiyle birlikte okunuyor, başka bir makalede olası kıyamet senaryolarının neticesinde umuttan ve ütopyadan söz edip edemeyeceğimize (anti-hümanist ütopya) dair sorular soruluyor. Kitaptaki bazı makalelerin ortaklaştığı bir husus olarak, Bloch’un henüz olmayana dair ontolojisinin kendi üslûbuna yansıdığı gerçeği de karşımıza çıkıyor; Bloch’un Blanchot bağlamındaki gizemi ve dikkatten kaçışı, öğretisiyle üslûbunun beriliğinden de kaynaklanmakta. Ayrıca kitaptaki makalelerde edimsel ve potansiyel üzerinden kurduğumuz analoji çerçevesinde Bloch’un beklenmedik bir biçimde umudun yerini belirlediği de sezilebilir. Analojide vurgulamaya çalıştığım şey potansiyelin edimsele feda edilmemesiydi; Bloch’un iyi bir Aristoteles okuyucusu olduğu fark edilirse bu durum oldukça anlam kazanıyor. Umudun filozofu, mümkün olan ile zorunlu olanın bir aradalığına vurgu yaparak her şeye rağmen umut edebilmemizin imkânını şimdide yaratmamıza ya da şimdide umut etmemize neden olacak olan karanlığı fark etmemize yardımcı oluyor.

Son olarak, yazımızın başında bahsettiğimiz karanlık meselesinden söz edelim: Bloch’un en önemli kavramlarından biri olan “yaşanmış ânın karanlığı”. Bahsettiğimiz diğer kavramlar gibi kitaptaki birçok makalede yaşanmış ânın karanlığına değinen odaklarla karşılaşabiliriz, fakat “Sıfır-Noktası: Hiçliğin Karanlık Boşluğuyla Karşılaşma” başlığını taşıyan makale bütünüyle bu konuya ayrılmış. Henüz potansiyel olmayan, fakat potansiyel olduğunu bizim anlamadığımız bir anlamda değil, bizzat kendinde henüz potansiyel olmayan bir tanınmaz ile ne yapacağımızın anahtarı niteliğinde olan bir yazı. Bloch’un kendi döneminden çok bugüne ait olmasının anlaşılması da yaşanmış ânın karanlığının anlaşılmasıyla olanaklı hâle geliyor; zaten kitapta birçok yerde Bloch’un kendisinden sonra gelen bazı filozofları öncelediği de vurgulanıyor. Kavafis’in güzel bir şiirini alıntılayarak bitirmeden önce şunu söyleyelim: Bloch’un bugüne ait oluşu ona dikkat edilmesidir, ona dikkat edilsin ama o yine de dikkatten kaçsın; Bloch’u yeniden okuyarak onu, “artık olmayan” bir karanlıktan çıkarıp “henüz olmayan” bir yaşanmış ânın karanlığına sürükleyelim.

Bilgeler de Yaklaşan Olayları…

Tanrılar geleceği, insanlar geçmişi, bilgeler de yaklaşan olayları hissederler.

Philostratos, Tynalı Apollonios’un Hayatı, VII, 7

İnsanlar olan biteni bilir,
geleceği bilen ise tanrılar.
Onlardır sadece bütün
bilginin mutlak hâkimleri.
Bilgeler de, gelecekteki olaylardan
yakın olanlarını hissederler.

Bazen, derin düşüncelere daldıklarında,
duyuları hassaslaşır. Yaklaşan
olayların gizli uğultusuna
kulak verirler saygıyla.
Oysa dışarıda, sokakta, hiçbir
şeyden haberi olmaz halkların.

[1] Sirius, gökyüzündeki en parlak yıldızlardan biri iken, Avcı’nın Kemeri’ndeki üç yıldızdan biri olan Alnilam yıldızı ise özellikle şehir merkezi gibi ışık kirliliği olan bir yerde zor seçilen bir yıldızdır.

[2] Sözünü ettiğim vurguyu anlamam pek kolay olmadı, “berisi” sözcüğünün “ileride” anlamında kullanıldığını sanıyordum fakat sonradan “gerisinde” gibi bir anlamı olduğunu öğrendim. Hâl böyleyken kafam karıştı, çünkü berisinde sözcüğü gerisinde gibi bir anlama gelmiş olsaydı, dikkat ile gizem arasında bir öncelik-sonralık veya neden-sonuç ilişkisi oluşmuş olacaktı. Metnin orijinaline yani Fransızcasına ve İngilizce çevirisine baktım. Sonrasında kafa karışıklığım devam etti, en sonunda sevgili Kağan Kahveci’ye sordum ve “berisi” vurgusunun bu özel anlamına beni o götürdü. Beni götürdüğü bu özel yer için kendisine teşekkürü borç bilirim.

[3] Umut ise henüz yok.

[4] Elbette bu analojiyi sonuna kadar götürmek niyetinde değilim. Dikkati edimsel olan olarak anlamanın ve gizemi potansiyel olarak anlamanın getirdiği başka açmazları görebiliyorum. Görülebilen, her yerde kendini göstermek mecburiyetinde değildir, en nihayetinde bu yazı bir kitap tanıtım yazısıdır.