Nietzsche, Güç İstenci ve Darwincilik*
SONER SOYSAL
Nietzsche felsefesinin Darwinci evrim kuramından etkilenip etkilenmediği, etkilendiyse ne ölçüde etkilendiği Nietzsche yorumcuları arasında önemli bir tartışma konusudur. Yorumcular arasındaki genel eğilim, böyle bir etkilenmenin olduğunun kabulü yönündedir. Ancak, iş bu etkilenmenin sınırlarına ve boyutlarına geldiğinde açık bir yanıt verilmemekte ve bu konunun kapsamlı bir şekilde incelenmesi gerektiği vurgulanarak geçiştirilmektedir. Aslında bu etkilenmenin sınırlarını belirlemek gerçekten zor bir iştir. Nietzsche’nin eserlerindeki bazı bölümleri incelediğimizde karşımıza iki farklı Nietzsche portresi çıkarmak olanaklıdır: Darwinci Nietzsche ve Darwin-karşıtı Nietzsche. Örneğin, Böyle Söyledi Zerdüşt’te (Also Sprach Zarathustra) üstinsanı (Übermensch) evrim sürecinin bir ürünü olarak ortaya koyduğu “Zerdüşt’ün Öndeyişi” bölümünde yazdıkları, Nietzsche’yi, Darwinci bir evrim kuramına inanıyor gibi göstermektedir: “Solucanlıktan insanlığa dek yol aldınız ve içinizdeki pek çok şey hâlâ solucandır. Bir zamanlar maymundunuz ve şimdi bile insan herhangi bir maymundan daha fazla maymundur… [i]nsan, hayvan ile üstinsan arasına gerilmiş bir iptir.”[1] Yine aynı eserin “Armağan Eden Erdem Üstüne” isimli bölümünde söyledikleri, Nietzsche hakkındaki bu kanıyı destekler niteliktedir: “Yukarı doğrudur yolumuz, türlerden üst-türe.”[2] Ayrıca, Thomas H. Brobjer’in de vurguladığı gibi, Nietzsche’nin dünyayı güç istenci (Wille zur Macht) olarak betimlerken mücadele ve rekabeti sürekli olarak öne çıkarması, “ilk bakışta” bu betimlemenin, “Darwinci var olma mücadelesi kavramıyla ortak yönünün çok olduğuna”[3] işaret ediyor gibi görünmektedir.
Diğer taraftan, Nietzsche Darwinci evrim kuramını, kendini-koruma ve hayatta kalma güdülerini evrim sürecinin temel dinamiği olarak kabul ettiği için, acımasızca eleştirir. Şöyle der:
Modern doğa bilimlerimizin bu Spinozacı dogmaya [kendini-koruma güdüsünün belirleyici olduğu düşüncesi] bu kadar çok batmış olması (en yenisi ve en kötüsü, akıl almaz derece tek taraflı “var olma mücadelesi” öğretisiyle Darwincilik) belki de doğa bilimcilerinin çoğunun kökenleri nedeniyledir: Bu bakımdan “sıradan insanlar”a mensupturlar; ataları hayatta kalmanın zorluklarını ilk elden gayet iyi bilen zavallı ve sıradan insanlardı.[4]
Bundan başka, Nietzsche’nin eserlerinde “Darwinciliğe karşı” ve “Anti-Darwin” ifadeleriyle başlayan aforizma ve bölümler bulunmaktadır.[5] Dahası, Nietzsche, üstinsan kavramı ve bu kavrama ilişkin Böyle Söyledi Zerdüşt’teki açıklamaları nedeniyle kendisini Darwinci olmakla itham edenlerden duyduğu rahatsızlığı şu sözlerle sert bir şekilde ifade eder: “Bilgin geçinen diğer öküzler, beni… Darwincilikle suçladı.”[6]
Yukarıdaki çelişik örneklerden yola çıkarak Nietzsche’nin Darwinci olup olmadığına karar vermek zor. Ancak Nietzsche’nin Darwinci evrim kuramıyla, kuramın uyum gösterme (adaptation) ve doğal ayıklanma (natural selection) gibi belli başlı kavramlarına saldırmasının da işaret ettiği gibi, yakından ilgilendiği ortadadır. John Richardson, Nietzsche’nin ayrılmayla ilgili bir aforizmasına gönderme yaparak, bu saldırıların Nietzsche’nin Darwin’e yakınlığının bir kanıtı olarak kabul edilebileceğini söyler: “Bir ruhun diğerine ne kadar yakınlaştığı değil, ondan ne kadar uzaklaştığı, birbirlerine yakınlıklarını ve birbirlerine ne kadar yakın olduklarını gösterir bana.”[7] Elbette bu Nietzsche’yi Darwinci yapmaz.
Darwinci evrim kuramı, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının tüm bilimsel, kültürel ve entelektüel yaşamını etkilemiş bir kuram olarak, Nietzsche’nin düşüncelerini de önemli ölçüde etkilemiştir. Özellikle Nietzsche’nin güç istenci ve üstinsan kavramlarında bu etkinin izlerinin açıkça görüldüğü birçok Nietzsche yorumcusu tarafından kabul edilmektedir. Thomas H. Brobjer’e göre Darwincilik Nietzsche’yi çok derinden etkilemiştir, öyle ki, “Nietzsche felsefesinin bazı yönleri –örneğin, onun gelişme, ilerleme ve tarih hakkındaki görüşlerinin yanı sıra güç istenci ve üstinsan kavramları– [Nietzsche’nin] Darwinciliğe yaklaşımı göz önünde bulundurulmadan tam olarak anlaşılamaz.”[8] Diğer bir Nietzsche yorumcusu Keith Ansell-Pearson, Nietzsche felsefesindeki Darwinci etkiyi vurgulayarak şu iddiada bulunur:
Nietzsche’nin, ilgilendiği temel sorunların ana hatlarını ortaya koyduğu önemli eseri Ahlakın Soykütüğü Üzerine’nin tam merkezinde, Darwinci evrim paradigmasıyla eleştirel bir hesaplaşma buluruz. Soykütük, on dokuzuncu yüzyılın biyoloji düşüncesi ve fikirlerine batmış bir metindir ve bu miras olmadan düşünülemez.[9]
Daha öncede söylediğimiz gibi, Darwinizmin Nietzsche üzerindeki etkisi genel kabul görürken, yorumcular arasında bu etkinin boyut ve sınırlarının belirlenmesinin kolay olmadığı yönünde de bir uzlaşma var. Dirk Robert Johnson’ın sözleriyle “günümüzdeki çalışmaların çoğu, Darwin’in kuramlarının Nietzsche’yi çeşitli düzeylerde önemli ölçüde etkilediğinde –bu etkinin doğası ve derecesi hâlâ belirsiz olsa bile– uzlaşıyor gibi görünmektedirler.”[10] Ansell-Pearson’a göre bu belirsizlik, “Nietzsche’nin… Darwin’le ilgilenmesinin hak ettiği ilgiyi görmemesi[nden], […] ele alındığında ise, yorumcuların Nietzsche’nin ‘felsefi biyolojisi’ni, sorunlu taraflarını da kapsayacak şekilde, anlaşılır kılacak ciddi bir çaba göstermeden gelişigüzel ele almalarından”[11] kaynaklanmaktadır. Johnson da buna benzer bir iddiada bulunur: “Darwin’in Nietzsche için öneminin, doğrusunu söylemek gerekirse, küçümsendiğini ve yeniden değerlendirilmeyi hak ettiğini iddia ediyorum.”[12]
Ansell-Pearson, Nietzsche’nin Darwin’le olan bağını belirlemenin kolay bir iş olmadığının farkındadır. Ansell-Pearson’a göre, bu işi zorlaştıran birçok neden vardır, ancak bunlardan ikisi çok önemlidir. Birincisi,
evrimci bir paradigmanın Nietzsche’nin yaşama ilişkin düşünceleri üzerindeki etkisi 1867 yılından itibaren, Kant ve ereksellik sorununa ilişkin düşüncelerinde görülmektedir. Planlı bir doktora tezinin bu ilk izleğinde, Nietzsche, Kant’ın doğaya ilişkin düşüncesinin, doğayı olumsal mekanik araçlarla karmaşık öz-örgütlenme yeteneğine sahip yaşam-biçimleri üreten bir şey olarak kavrama yeteneği olmadığı için kaçınılmaz olarak Darwin-öncesi olduğunu ileri sürer gibidir.[13]
Bunun anlamı şudur: Darwinci etki neredeyse Nietzsche’nin akademik kariyerinin başlangıcında, daha yirmi üç yaşındayken başlamıştır. Diğer bir deyişle, Nietzsche’nin yayımlanmış ve yayımlanmamış tüm eserleri Darwinci kuram tarafından etkilenmiş olabilir. Elizabeth Grosz, Darwin’in İnsanın Türeyişi (The Descent of Man) ve Nietzsche’nin Tragedyanın Doğuşu (Die Geburt der Tragödie) kitaplarının yayım tarihlerine dikkatimizi çekerek ilginç bir tespitte bulunur.
Türlerin Kökeni [The Origin of Species] 1859’da, Nietzsche on beş yaşındayken yayımlanmış olmasına rağmen, Nietzsche ve Darwin’in diğer kitaplarının yayım tarihleri birbirine yakındır. Nietzsche’nin çalışma dönemleri boyunca, Darwin’in yazılarına ilişkin ateşli tartışmalar yapılmış olmalı. Darwincilik on dokuzuncu yüzyılın en çok tartışılan ve en ince ayrıntılarına kadar ele alınan kuramsal katkılarından biri olmaya devam etti. İnsanın Türeyişi 1871 yılında, Tragedyanın Doğuşu ise 1872 yılında yayımlanmıştır.[14]
İkinci neden ise, Ansell-Pearson’a göre, Nietzsche yazılarında Darwinci düşüncelere karşı çıkarken, aslında, Darwinci kuramı destekler bir şekilde yazmaktadır. Ansell-Pearson’un deyişiyle, “Nietzsche kendini Darwin ‘karşıtı’ olarak sunduğu zaman, gerçekte sıklıkla Darwin ‘yanlısı’ bir şekilde yazmaktadır.”[15] Ansell-Pearson bu kafa karışıklığını Nietzsche’nin Darwin’i hiç okumamış olmasına ve Darwinciliği ikinci elden kaynaklardan öğrenmesine bağlar. “Nietzsche’nin İngiliz Darwincilerinin (ve Ernst Haeckel gibi önde gelen Alman Darwincilerinin de) çalışmalarını iyi bildiğine ilişkin birçok kanıt vardır, fakat Darwin’in çalışmalarıyla doğrudan bir tanışıklığı olduğuna ilişkin bir kanıt yoktur.”[16] Grosz, Brobjer ve Daniel Dennett de benzer iddialarda bulunurlar.[17]
Nietzsche Darwin’i hiç okumadıysa, Darwin’in düşüncelerini kimlerden, hangi kaynaklardan öğrendi? Yaşadığı dönemde Darwin hakkında bilgi edinebileceği kimler vardı? İlk akla gelen ve genel kabul gören isim, Friedrich Albert Lange’dir. Nietzsche, 1866 yılında, henüz bir öğrenciyken, Lange’nin, bir bölümü Darwin’e ayrılmış olan, Geschichte des Materialismus[18] (Materyalizmin Tarihi) kitabını okudu. Basel Üniversitesi’ndeyken, Darwin’in arkadaşı olan ve Darwinciliğin Almanya’da yayılmasına katkıda bulunan paleontolog Ludwig Rütimeyer ile tanıştı. Nietzsche’nin, Darwinciliği onun sayesinde öğrendiği diğer bir isim ise, Darwin’in Almanya’daki en etkili ve en bilindik destekçisi olan zoolog Ernst Haeckel’dir. Ayrıca Nietzsche’nin kütüphanesinde, Wilhelm Roux’un, Wolfgang Müller-Lauter’e göre Nietzsche’nin dünyayı güç istenci olarak kavraması üzerinde önemli etkisi olan Parçaların Organizma İçindeki Mücadeleleri (Der Kampf der Theile im Organismus) isimli kitabı vardı.[19] Carl von Nägeli’nin Bir Mekanik-Fizyolojik Organik Evrim Kuramı (Mechanisch-physiologische Theorie der Abstammungslehre)[20] isimli kitabı, Nietzsche’nin Darwincilik ve evrime ilişkin düşünceleri üzerinde önemli etkisi olan ve kütüphanesinde bulunan bir diğer önemli eserdir.[21] Nietzsche’nin sahip olduğu diğer bir kitap ise, arkadaşı Paul Ree’nin ahlakın doğal tarihini anlattığı Ahlaki Duyguların Kökeni (Der Ursprung der moralischen Empfindungen)[22] isimli kitabıdır. Mutlaka anılması gereken daha başka isimler vardır; ancak, bu makalenin amaçları açısından yukarıda bahsedilen isimler yeterlidir.[23]
Gördüğümüz gibi, yorumcuların üzerinde anlaştıkları iki nokta var. Birincisi, Nietzsche’nin düşünceleri, öyle ya da böyle, Darwinci evrim kuramı tarafından etkilenmiştir ve bu etkinin sınırlarını ve kapsamını belirlemek sorunun karmaşıklığı nedeniyle zordur. İkinci nokta ise, Nietzsche Darwin’i doğrudan okumamış, bu nedenle de Darwin’i yanlış anlamış ve Darwincilik hakkındaki yanlış düşünceyi eleştirilerinin hedefi yapmıştır. Yorumcuların Nietzsche ile Darwin arasındaki ilişki ve Darwinciliğin Nietzsche felsefesi üzerindeki etkileri hakkındaki düşüncelerini ana hatlarıyla verip, uzlaşılan noktaları vurguladıktan sonra, Darwinciliği ve Nietzsche’nin bu kurama getirdiği eleştirileri incelemeye başlayabiliriz.[24]
Darwincilik, özetlemek gerekirse, yaşam biçimlerinin gelişimini ve çeşitliliğini evrimsel değişim aracılığıyla açıklamaya çalışan bir kuramdır. Bu evrimsel değişim, Darwin’e göre, kuramının temel ilkeleri olan “doğal ayıklanma” ve “uyum gösterme” aracılığıyla gerçekleşir. Darwinci evrim kuramının üç temel varsayımı vardır: (1) Aynı türün üyeleri arasında, çevreye uyum göstermeleri bakımından bireysel (yapısal ve davranışsal) farklılıklar vardır; (2) uyum göstermedeki bu bireysel farklılıklar kalıtsaldır ve kalıtım yoluyla sonraki nesillere aktarılırlar; (3) doğanın yiyecek sağlama yeteneğinin organizmaların üreme hızına yetişemeyeceğini iddia eden Malthusçu nüfus yasası doğrudur[25] ve bundan dolayı da, bireyler arasında var olma mücadelesi vardır. Jonathan Howard’ın ileri sürdüğü gibi, “doğal ayıklanma ilkesi kalıtsal çeşitlilik, çoğalma ve hayatta kalma mücadelesinin (struggle for survival) bir tümdengelimli sonucudur.”[26] Doğal ayıklanma süreci sonunda sadece en iyi uyum gösterenler ya da en uygun olan bireyler hayatta kalacaktır. Darwin doğal ayıklanmayı şu şekilde açıklıyor:
Eğer değişen yaşam şartları altında organik varlıklar, neredeyse yapılarının tüm parçalarında bireysel farklılıklar ortaya koyuyorlarsa, ki böyle olduğu tartışılamaz; eğer, geometrik oranda çoğalmaları nedeniyle, herhangi bir çağ, mevsim ya da yılda şiddetli bir yaşam mücadelesi olursa, ki bu da kesinlikle tartışılamaz; o zaman tüm organik varlıkların, kendilerine üstünlük sağlayan, yapılarında, bünyelerinde ve alışkanlıklarında sonsuz çeşitliliğe neden olan, birbirleriyle ve birbirlerinin yaşam koşullarıyla olan ilişkilerinin karmaşıklığı dikkate alındığında, her varlığın kendi esenliğine yararı olan, insana yararlı birçok değişikliğin meydana geldiği şekilde bir değişiklik meydana gelmemişse, bu en sıra dışı olay olurdu. Ancak, eğer şimdiye kadar herhangi bir organik varlığa yararlı değişiklikler meydana geldiyse, bu şekilde tanımlanan bireyler elbette ki yaşam mücadelesi içerisinde en yüksek korunma şansına sahip olacaklardır; kuvvetli kalıtım ilkesine göre, bu bireyler aynı şekilde tanımlanmış yavrular üreteceklerdir. Bu korunma, ya da en uygun olanın hayatta kalma ilkesine doğal ayıklanma diyorum.[27]
Doğal ayıklanma yarar ilkesine göre çalışmaktadır; Darwin’e göre doğal ayıklanma organizmanın yararına çalışır. Bu bağlamda Darwin, yararcılık öğretisini, “yapının her detayının, sahibinin yararı için üretildiği”[28] iddiasında bulunan görüş olarak tanımlar. Diğer bir deyişle, doğal ayıklanma sürecinde yararlı ve kullanışlı özellikler, nitelikler ve organlar kalır ve daha da gelişirlerken, yararsız ve zararlı olanlar küçülür ve işlevlerini kaybederler.
Doğal ayıklanma, bir varlıkta, zararı faydasından daha çok olan bir yapı üretmez, çünkü doğal ayıklanma sadece her organizmanın iyiliği için ve onun yararına olana doğru hareket eder. Paley’in de işaret ettiği gibi, hiçbir organ, sahibine acı ya da zarar vermek amacıyla oluşturulmaz. Eğer her parçanın iyilik ve kötülüklerinin tam bir hesaplaması yapılırsa, her biri genelde yararlı bulunacaktır. Zamanla, değişen yaşam koşulları altında herhangi bir parça zararlı hale gelirse, onda değişiklik meydana gelecektir; eğer böyle olmazsa, o varlığın soyu, on binlerce varlığın tükendiği gibi, tükenecektir.[29]
Darwin’e göre, evrim sürecinde, doğal ayıklanmanın yanı sıra cinsel ayıklanma (sexual selection) da etkindir. Doğal ayıklanmada belirleyici olan var olma mücadelesiyken, cinsel ayıklanmada belirleyici olan, daha uygun nesiller üretebilmek için karşı cinse sahip olma mücadelesidir. Ancak, düşünürün kuramında cinsel ayıklanma doğal ayıklanma kadar önemli değildir. Türlerin Kökeni’nde Darwin şöyle yazar:
Ayıklanmanın bu biçimi, dış koşullar ya da diğer organizmalara karşı verilen var olma mücadelesine değil, aynı cinsiyetteki bireylerin arasındaki, genellikle erkeklerin, karşı cinse sahip olma mücadelelerine dayanır. Sonuç, kaybeden rakibin ölmesi değil, az ya da hiç yavru sahibi olamamasıdır. Cinsel ayıklanma, bundan dolayı, doğal ayıklanma kadar sert değildir. Genellikle, doğadaki yerlerine en iyi uyum sağlamış olan en güçlü erkekler en çok yavruya sahip olurlar.[30]
İnsanın Türeyişi’nde, Darwin, doğal ve cinsel ayıklanmayı karşılaştırarak şunları söyler: “Cinsel ayıklanma, belirli bireylerin aynı cinsiyetteki diğer bireyler üzerindeki, türün çoğalması bakımından başarısına dayanırken; doğal ayıklanma, iki cinsiyetin tüm çağlardaki, genel yaşam koşulları bakımından başarısına dayanır.”[31] Darwin’e göre cinsel ayıklanma iki şekilde gerçekleşir. İlki, hemcinsler arasında (intrasexual) cinsel ayıklanma, aynı cinsiyetten olan, genelde nüfusu diğerinden daha fazla olan cinsiyetler, bireyler arasındaki mücadeledir (bu genellikle erkek nüfus arasında görülür ve erkek erkeğe yarış olarak da bilinir); ikincisi ise, eşeyler arasındaki (intersexual) ayıklanmadır. Bu, aynı cinsiyetten bireylerin diğer cinsiyet tarafından seçilmek için birbirlerine karşı verdikleri mücadeledir (bu da, aynı şekilde, genellikle erkekler arasında görülür; dişileri baştan çıkartmaya çalışırlar ve eş seçimi olarak da bilinir). Darwin’in sözleriyle,
[c]insel mücadelenin iki çeşidi vardır: İlkinde, mücadele, aynı cinsiyetten bireyler, genellikle erkekler arasındadır ve rakiplerini uzaklaştırmayı ya da öldürmeyi amaçlarlar. Burada dişiler edilgin kalırlar. İkincisinde ise, mücadele diğerinde olduğu gibi aynı cinsiyetten bireyler arasındadır ve karşı cinsiyetten bireyleri, genellikle dişileri uyarmayı ya da cezbetmeyi amaçlarlar. Burada dişiler artık edilgin değildirler ve daha çekici olan eşleri seçerler.[32]
Darwinci evrim kuramının bu kısa özetinden sonra, Nietzsche’nin Darwin eleştirilerine bakabiliriz. Daha önce de belirttiğim gibi, yorumcuların çoğu, Nietzsche’nin Darwin’i yanlış anladığını iddia ediyorlar. Bu iddialar karşısında insanın aklına, ister istemez, şunlara benzer sorular geliyor: Nietzsche’nin düşüncelerindeki Darwin imgesi nasıldı? Nietzsche, kuramın hangi noktalarını yanlış anlamıştı? Bu soruların yanıtlarının, Nietzsche’nin Darwin ve Darwincilik eleştirisini incelerken açık bir şekilde ortaya çıkacağına inanıyorum.
İlk olarak, Nietzsche’nin genel olarak Darwin ve kuramı hakkında neler düşündüğüne bakalım. Her şeyden önce, Nietzsche’ye göre Darwin kişiliği, olguların mevcut koşullarının belirlediği sınırlar içinde çalışan ve insanları eşitleme eğiliminde olan “saygıdeğer ancak ortalama bir İngilizdir.”[33] Darwin’den başka, Nietzsche’nin “ortalama İngiliz” olarak saydığı isimler arasında John Stuart Mill ve Herbert Spencer da vardır. Bu kişilerin görüşleri, bu bağlamda özellikle de Darwin’inkiler, ortalama insanın kulakları ve beyinleri içindir; çünkü bu İngilizlerin çalışma tarzlarında yaratıcı ve yenilikçi bir felsefi kavrayış yoktur. Dünyayı ve doğayı sıradan insanın anladığı gibi anlamaya çalışırlar. Diğer bir deyişle, “bu benzersiz İngiliz söylemleri, kavramsal ya da felsefi yenilik ve yaratı olanağını sınırlandıran ufacık detayların birikmesi ve politik ya da deneyci olgulara kölelik üzerinden ilerler.”[34] Bundan dolayıdır ki, Darwincilik, sıkıntı koşulları altında geliştirilmiş bir kuramdır; çünkü Nietzsche’ye göre, bu kuram, sıradan insana ya da sürü insanına ait olan Spinozacı kendini-koruma güdüsünü yaşam sürecinin yönlendirici ilkesi olarak ortaya koymuştur.[35] “Bazı filozoflar kendini-koruma güdüsünün belirleyici olduğunu kabul ettiklerinde ve durumu bu şekilde görmek zorunda olduklarında… bu durum bir belirti olarak algılanmalıdır; çünkü onlar, sıkıntı koşullarındaki bireylerdir.”[36] Nietzsche, döneminin doğa bilimlerinin Spinoza’nın bu ilkesinden oldukça etkilendiğini düşünüyordu ve doğa bilimcilerinin Spinozacı kendini-koruma ilkesinin etkisi altında kalmalarını, bu bilim adamlarının kökenlerine bağlıyordu. Başka bir ifadeyle, bu bilim adamları bu ilkeden çok etkilendiler, çünkü “onlar ‘sıradan insanlar’a mensupturlar; ataları, hayatta kalmanın zorluklarını ilk elden gayet iyi bilen zavallı ve sıradan insanlardı.”[37] Darwin, bu doğa bilimcilerinden biri olarak, “düşük ruhlu” biriydi; çünkü bilgiyi elde etmek yüksek ruhlu biri olmaya yetmez, bunun için “yeni bir şey olmak, yeni bir şey göstermek, yeni değerler sunmak” gerekir.[38] Darwin’in kuramı, “ortalama akıllar için olan doğrulardandır, çünkü en çok onlara hoş görünürler.”[39] Nietzsche, biyoloji ve diğer doğa bilimleri hakkında onun yeterince bilgiye sahip olmadığını iddia eden yorumculara, ya da “Nietzsche Darwin’i doğrudan okumadı, kuramını bilmiyor ve bu nedenle de Darwin’i yanlış anlıyor” diyenlere yanıt verircesine şunları yazıyor: “İşleri büyük üslupla yapabilenler, yaratıcılar, belki de bilgiden yoksun olmalıdırlar –halbuki, öte yandan, Darwin’inki gibi bilimsel keşifler için belirli bir darlık, yavanlık ve sebatlı çalışkanlık, kısacası İngiliz olan bir şey, fena bir mizaç olmayabilir.”[40]
Nietzsche’ye göre, Darwin’in evrim kuramı tepkisel bir kuramdır. Organizmanın dış güçlere verdiği tepkiler üzerine kurulmuş bir yaşam tasarlar. Evrim sürecinde organizmanın değişimi, organizmanın dış koşullara uyum sağlaması ya da dış güçlere verdiği tepkiler aracılığıyla gerçekleşir. Evrim sürecinde belirleyici unsur dış güçlerdir; organizmanın süreç üzerinde etkisi yoktur, bu dış güçlerin isteklerini kabul etmekten başka seçeneği yoktur. Nietzsche, Darwin’in dış güçlerin etkilerini abarttığını, organizmanın kendi gücünü gözden kaçırdığını iddia eder. Nietzsche’ye göre “yaşam sürecindeki en önemli şey, tam olarak içeriden çalışan, ‘dış koşullar’ı kullanan ve sömüren olağanüstü biçimlendirici, biçim-yaratıcı güçtür.”[41] Darwin’in kuramının ana unsurlarından birisi olan uyum gösterme, Nietzsche için “ikinci sınıf bir eylem, sadece bir tepkidir” ve ancak “kendiliğinden, saldırgan, yayılmacı, biçim-verici güçler” dış güçler üzerinde kendi etkilerini gösterdikten sonra ortaya çıkabilir.[42] Bu nedenle, uyum gösterme yaşamın özü olamaz ve yaşam uyum gösterme üzerinden tanımlanamaz: “Yaşam, iç koşulların dış koşullara uyum göstermesi değil, içeriden çalışan, ‘dışarıda’ olanın gittikçe daha fazlasını kendine dahil eden ve kontrolüne alan, güç istencidir.”[43]
Ayrıca, Nietzsche’ye göre, uyum gösterme ve var olma mücadelesi aracılığıyla gerçekleşen doğal ayıklanma sürecinin sonucu, tam da Darwin’in beklediğinin tersidir. Bir başka deyişle, evrim süreci en güçlünün, en uygun olanın ya da en iyi uyum gösteren bireylerin değil de, zayıfların ve uyum gösteremeyenlerin hayatta kalmasıyla sonuçlanmıştır. “Beni en çok şaşırtan şey şudur,” der Nietzsche; “önümde her zaman gördüğüm şey, Darwin ve okulunun gördüğü ya da görmeyi umduğu şeyin tam tersidir,” yani “çok daha gelişmiş tiplerin yararsızlığı, sıradan, hatta sıradanın altındaki tiplerin egemenliği.”[44]
Nietzsche’ye göre, “var olma mücadelesi” ilkesi yaşamı yönlendiren genel bir yasa değil, “bir istisna, yaşam istencinin geçici bir kısıtlanmasıdır.”[45] Darwin’in Malthusçu nüfus yasasını uygulaması, onu yaşamın genel koşulunu yanlış anlamaya götürmüş ve var olma mücadelesi ilkesini temele koymuştur. Yaşam, bu ilkenin kabullendiği gibi, yoksunluk ve kıtlık değil, bolluk, zenginlik ve lükstür: “Doğayı Malthus’la karıştırmamalı.”[46] Nietzsche, eğer bir mücadele varsa, onun hayatta kalmak için değil, güç için olduğunu iddia eder. Evrim sürecinde belirleyici olanın var olma mücadelesi olduğunu ileri sürmek, “sıkıntı koşullarının bir göstergesidir” ve “gücün yayılmasını amaçlayan temel yaşam içgüdüsünün sınırlanması”[47] anlamına gelir. Güç arayışı içerisinde, bu içgüdü, kendini-koruma ile daha fazla güç arasında seçim yapmak zorunda kaldığında, tereddütsüz gücü seçer. Diğer bir ifadeyle, yaşam sürecinde belirleyici olan güç istencidir, kendini-koruma değil. Kendini-koruma, güç istenci kendi gücünü uyguladıktan sonra, bir yan etki olarak ortaya çıkar:
Fizyologlar, korunma içgüdüsünün yaşamın en önemli içgüdüsü olduğunu ileri sürmeden önce düşünmeliler. Her şeyden önce, canlı olan gücünü boşaltmak ister –yaşamın kendisi güç istencidir; kendini-koruma onun sadece dolaylı ve sık sık karşılaşılan sonuçlarından birisidir.[48]
Ancak, böyle bir var olma mücadelesi olduğunda, bu mücadele zayıf olanın güçlü olan üzerindeki zaferiyle sonuçlanır. Nietzsche’ye göre, “en güçlüler ve en şanslılar örgütlü sürü içgüdüleriyle, zayıfın ürkekliğiyle, büyük kalabalıkla karşılaştıklarında zayıftırlar”[49], ayrıca “zayıf güçlüye defalarca galip gelir, çünkü onlar büyük çoğunluktur –üstelik onlar daha kurnazdırlar.”[50] Nietzsche, kuramın bu umulmadık sonucunun, Darwin’in tini (Geist) unutmasından kaynaklandığını ileri sürer. “Şuna dikkat edilmelidir,” der Nietzsche, “‘tin’ derken kaygı, sabır, kurnazlık, taklit, büyük öz-denetim ve taklitçilik adına ne varsa onu kastediyorum (bunlardan ikincisi [taklitçilik] önemli bir ölçüde sözümona erdem içerir).”[51] Bu tin, Nietzsche’nin açıklamasının da işaret ettiği gibi, ahlaktır. Tan Kızıllığı’nda (Morgenröthe), Nietzsche, insanların ve hayvanların uyum davranışları arasındaki benzerliklere dikkat çekerek, tüm ahlak olgusunun kendini-korumaya yönelik bir araçtan başka bir şey olmadığını iddia eder. Bu bağlamda, Nietzsche’ye göre, taklitçiliğin özel bir işlevi vardır. Hayvanların taklitçilikle kendilerini çevre şartlarına uydurmaları gibi (örneğin, düşmanlarından ya da avlarından saklanmak için renklerini değiştirmeleri), “birey de kendini genel ‘insan’ kavramı ya da toplum içerisine saklar, ya da kendini prenslere, toplumsal sınıflara, partilere, kendi zaman ve mekânının düşüncelerine uydurur: Sahip olduğumuz şanslı, minnettar, güçlü, büyülenmiş görünmenin tüm zekice yöntemleri.”[52] Var olma mücadelesine katkıda bulunan bir özellik olarak ahlak da, zayıf ve ortalama olanlara aittir; bundan dolayı da ona sıkıca sarılırlar. Nietzsche’nin de söylediği gibi, “zayıflar daha fazla tine sahiptir. Birinin, tini elde etmesi için tine ihtiyacı olması gerekir; ona artık ihtiyacı kalmadığında, onu kaybeder. Gücü olan, ondan vazgeçer.”[53] İşte bu tin ya da ahlak aracılığıyla, zayıf ve ortalama tipler topluma hükmederler.
“Neden zayıflar galip gelir”[54] başlıklı bir notta, Nietzsche, zayıfların toplumu nasıl egemenlikleri altına aldıklarını açıklar. Bu notta o, zayıfların tin aracılığıyla toplumu egemenlikleri altına alma sürecinin dört önemli unsuruna vurgu yapar. Bu unsurlar zayıflar, hastalar, kadınlar, yükselen uygarlık düzeyi ve Fransız Devrimi’dir. Hastalıklarından ve güç yoksunluklarından dolayı, zayıf ve hastalar ötekilerine daha fazla sempati duyarlar ve davranışları güçlü ve sağlıklı olanlarınkinden daha insancıldır. Bunların daha fazla tini vardır; daha önce de bahsedildiği gibi, bu da “kaygı, sabır, kurnazlık, taklit, büyük öz-denetim ve taklitçilik adına var olan her şey” anlamına gelmektedir. Bu tin, zayıf ve hastaları güçlü ve sağlıklılardan daha “değişken”, daha “eğlenceli”, daha “ilginç” ve daha “çekici” yapmaktadır. Ancak, Nietzsche için bunlar, aynı zamanda daha “kötü niyetli”dirler ve “kötü niyetlilik”i icat etmişlerdir. Aslında, güçlüler de, yaşamlarının bazı dönemlerinde hastadırlar; “büyük duygular, güç, aşk, intikam tutkuları derin rahatsızlıklarla birliktedirler.”[55] Bu yüzden, hastalık ve zayıflığa ait duyguları ilk elden bilirler.
Nietzsche, “[i]nsanlığın yarısı zayıftır, tipik olarak hasta, değişken, dengesiz”[56] derken kadınlardan bahsetmektedir. Kadınlar, esasen zayıf oldukları için, güçlü olanı zayıflaştırmaya ya da zayıflığı kutsallaştırmanın ve yüceltmenin yollarını bulmaya çalışırlar. Güçlüyü zayıflaştırmak için, der Nietzsche, “[k]adınlar her zaman ‘güçlü’ olana, ‘kuvvetli’ olana, erkeğe karşı yoz tiplerle, rahiplerle, birlikte komplo kurdular”[57], başardıklarında da güçlüleri yönettiler.
Yükselen uygarlık düzeyi, zayıfların zaferindeki diğer bir önemli unsurdur. Yükselen uygarlık düzeyi, beraberinde “hastalıklı [morbid] unsurlarda, nevrotik-psikiyatriklerde ve suçlularda bir artışı”[58] da getirir. Nietzsche’ye göre bu hastalıklı unsurlar, sanatçılar ve aradaki türlerdir. Bu sanatçılar, yine, zayıflıkları nedeniyle, suçlularla deliler arasında bir yerdedirler; “istençlerinin zayıflığı ve sosyal çekingenlikleri dolayısıyla kendilerini suçtan alıkoyarlar, ancak tımarhane için de yeterince olgun değildirler.”[59] Bu sanatçılar kendi yaşam biçimlerini “doğalcılık” olarak tanımlarlar; ancak Nietzsche, bunun uygun bir sözcük olmadığını söyler. Nietzsche’ye göre, bu türden sanatçı ve doğalcıların sayılarının artışı uygarlığın hızlı bir şekilde geliştiğini gösterirken, aynı zamanda, “çöküşün sürdüğü”nün[60] de bir göstergesidir.
Sonuncu adım, Fransız Devrimi, insanlar arasında eşitlik talebiyle, toplumsal bir karmaşa yaratır. Bu toplumsal karmaşanın sonucu ise tüm sınıfların kanlarının birbirlerine karışmasıdır. Bunun sonucunda, “iki-üç nesil sonra soy tanınmaz hale gelir –her şey ayaktakımına dönüşür.”[61] Bu sürecin sonucunda ortaya çıkan toplumda, seçilmiş olanlara, ayrıcalıklara karşı bir nefret ortaya çıkar. Bu nefret o kadar güçlüdür ki, ayrıcalıklı olan ayaktakımına teslim olur. Gücünü korumak için onu pohpohlar ve onunla işbirliği yapar. Ayaktakımı ayrıcalıklı olanın gücünü korumasına yardım ederken, ayrıcalıklı olan da ayaktakımını kitleleri harekete geçirecek söylemler oluşturarak destekler. Ayrıcalıklılar, “her şeyden önce ‘dahiler’,” der Nietzsche, “kitleleri harekete geçiren duyguların çığırtkanlarıdırlar –ıstırap veren, aşağılık, hakir, eziyet dolu bir hayata duyulan sempatinin, hatta derin saygının sesidir diğer tüm seslerin üzerinde yankılanan (tipler: Victor Hugo ve Richard Wagner).”[62]Bunun sonucunda, ayaktakımı ve ayrıcalıklılar topluma egemen olurlar. Nietzsche’ye göre, uygarlıklar böyle şiddetli bir değişim yaşadıklarında insanların ağırlık merkezi değişir; daha doğrusu, “en önemli olanlardan, her zaman olduğu gibi, görevi böylesi hastalıklı bir hareketin bedelini ödemek olanlardan” ortalama olanlara, bu egemenliğe karşı “[kendi yerini] geleceğin garantisi ve taşıyıcısı olarak pekiştirenlere”[63] kayar. Bundan dolayı, ayaktakımına uyum sağlamayarak ve “mirastan mahrum edilenler”i pohpohlayarak, ortalama tiple toplumda egemen hale gelirler. Nietzsche’ye göre, bu egemenlik sayesinde “bir kez daha, eski erdem ve genel olarak idealin modası geçmiş dünyası, yetenekli bir yandaş grubuna kavuşur”; böylelikle “ortalama olanlar tine kavuşurlar.”[64]
Nietzsche, bir sürü insanı, zayıf ve ortalama bir insan olarak Darwin’i, gerçekliği ahlaka dönüştürmekle suçlar. Diğer bir deyişle, Darwin, ahlakın da evrimin bir ürünü olduğunu göstererek, ahlakı doğallaştırmaya çalışmaktadır. Ancak, Nietzsche için bu, bizzat kendisinin hedefinde olan yerleşik değerleri kutsamaktan başka bir şey değildir. Değerler dünyasında ya da bir bütün olarak toplumda yaşanan bu dönüşümün sonucunda, ortalama, zayıf ve yozlaşmış olanlar sağlıklı ve güçlü olanlardan daha değerliymiş gibi kabul edilirler. Nietzsche bu dönüşüme isyan eder ve şunları söyler: “[Bu dönüşüm], dehşet verici bir gerçeğin üzerini adalet, erdem ve tanrısallık peleriniyle örtebilmek için yüce sözcükler ve davranışlar yaratmıştır.”[65] Darwin’in ahlakın kökenini evrim kuramıyla açıklamaya çalıştığı İnsanın Türeyişi kitabında, onun böyle bir dönüşüm yaptığını, yani gerçekliği ahlaka dönüştürdüğünü çağrıştıran bölümler vardır.
Darwin’in ahlakın kökenine ilişkin iddiası, ahlakın doğal ayıklanma sürecinde elde edilmiş olan sosyal niteliklerin evrilmesiyle ortaya çıktığı inancıdır. Darwin’in bahsettiği bu sosyal niteliklerden bazıları sempati, cesaret ve sadakattir ve “bu tür toplumsal nitelikler, kuşkusuz insanın atalarında da buna benzer bir yoldan, yani kalıt alınmış alışkanlığın desteklediği doğal ayıklanma sayesinde edinilmiştir.”[66] Bir topluluk olarak yaşamak ya da sosyalleşme, Darwin’e göre ahlakın önkoşuludur. İnsanı sosyalleşmeye zorlayan mekanizma ya da içgüdü, diğer organizmaları zorlayanlarla aynıdır. Bir başka deyişle, sosyal içgüdülerin gelişmesinde, aynen hayvani içgüdülerin gelişmesinde olduğu gibi belirleyici etken, hayatta kalma için gerekli olan değerleridir. “İlk insanların ya da maymuna benzer ataların sosyalleşmesi için,” der Darwin, “diğer hayvanları bir grup halinde yaşamaya zorlayan içgüdüsel duygulara onların sahip olmaları gerekirdi.”[67] Darwin’e göre sosyal içgüdüler, ana-baba ve çocuk sevgisine dayanır: “Sosyal içgüdü, yavrularda, ana-babalarıyla birlikte uzun süre kalmalarından dolayı gelişiyor gibi görünmektedir.”[68] Sosyal içgüdüler, toplumsal yaşamın gelişimindeki ana etkenlerdir. Bu durumda, toplumsal yaşam ve ondan zevk alma, ana-baba ve çocuk sevgisinin bir uzantısıdır. Darwin, ana-baba ve çocuk sevgisinin bu şekilde topluluk halinde yaşamaktan zevk almaya dönüşmesinin, bunda her ne kadar alışkanlığın bir etkisi olsa da, temelde doğal ayıklanmaya bağlanabileceğini ileri sürer; çünkü bir topluluk halinde yaşamak, hayatta kalma şansını artırır. Darwin, bu iddiasını, kraliçe arının kendi toplumunu korumak için kendi yavru-kraliçelerini öldürmesi örneğiyle güçlendirmeye çalışır. Darwin, buradan, sosyal içgüdülerin topluluk halinde yaşamayı öncelediği sonucuna varır. Diğer bir deyişle, önce sosyal içgüdüler gelişir, sonra hayvanlar, hayatta kalma şansını artırdığı için topluluklar halinde yaşamaya başlarlar. Darwin’in sosyal içgüdüleri ahlakın temeline koyma nedeni de budur.
Darwin, ahlakın gelişimini dört aşamaya ayırır. İlk aşamada, doğuştan gelen eğilimler olan sosyal içgüdüler, “bir hayvanı kendi türdeşlerinin oluşturduğu topluluk içinde yaşamaktan zevk almaya, onlara belirli bir ölçüde sempati duymaya ve onlar için çeşitli hizmetlerde bulunmaya yönlendirir.”[69] İkinci aşamada, zihinsel yetenekler yüksek bir düzeye kadar geliştikten sonra, “geçmiş eylem ve güdülerin imgeleri her bireyin zihninden ardı arkası kesilmeksizin geçer.” Yaşamı boyunca her hayvan, doyurulmamış herhangi bir içgüdüsü nedeniyle hoşnutsuzluk ya da üzüntü duyacaktır. Sosyal içgüdüler sonradan gelişenlerden daha temel ve daha güçlü oldukları için, onların doyurulmamasından kaynaklanan hoşnutsuzluk ve üzüntü diğerlerinden daha uzun sürecektir. Bunun sonucunda, hayvanın başkalarının duygularına sempati duyma yeteneği daha güçlü hale gelecektir. Sosyal içgüdüler ile sonradan kazanılmış olanlar uyuşmazlığa düştüklerinde, birey sosyal içgüdüleri değil de sonradan kazanılanları seçerse, bundan utanç duyacaktır. Sosyal olanın seçilmemesinden duyulan utanç, sonradan kazanılanların seçilmemesinden duyulan utançtan daha uzun sürer ve, Darwin’in de vurguladığı gibi, sürekli rahatsız eder. Üçüncü aşamada, dilin gelişimiyle sempati yeteneği daha da fazla artar. Dil ve konuşma yetisi elde edildikten ve “topluluğun istekleri dile getirilebildikten sonra, her üyenin topluluğun yararına nasıl davranacağına ilişkin ortak düşünce doğal olarak en önemli davranış kılavuzu olur.”[70] Dördüncü ve son aşamada ise, sosyal içgüdüler alışkanlık sayesinde daha da güçlenir ve sonunda “topluluğun isteklerine ve yargılarına boyun eğme”[71] halini alır. Kısacası, “sosyal içgüdüler –insanın ahlaksal yapısının ana ilkesi–, etkin zihinsel güçlerin yardımı ve alışkanlığın etkileriyle, doğal olarak altın kurala, ‘Sizler insanlara, onların sizlere davranmalarını istediğiniz şekilde davranınız’a götürür; ve ahlakın da temelinde bu yatar.”[72]
Darwinci ahlakın öncelikli öznesi toplum, sürü, grup ya da genel olarak türlerdir. Grubun hayatta kalması bireyinkinden daha önemlidir. Darwin’e göre, ahlakın bireye, diğer birey ya da gruplar karşısında çok az yararı varken (ya da hiç yokken), ahlak standartlarının yükselmesi ve güçlü ya da sağlam bünyeli, iyi uyum sağlamış bireylerin sayısındaki artış bir grubun elini diğer gruplar karşısında çok güçlendirecektir. Darwin bu iddiasını şu şekilde açıklar: “Yüksek derecede vatanseverlik ruhu, sadakat, itaat, cesaret ve sempatiye sahip olmalarından dolayı, birbirlerine her zaman yardım eden ve ortak çıkarlar için kendilerini feda eden çok sayıda bireyden oluşan bir grubun diğer birçok gruba karşı üstün geleceği şüphe götürmez.”[73]Diğer bir ifadeyle, güçlü ve iyi uyum sağlamış bireylerin sayısının ve ahlak standartlarının düzeyinin yükselmesi, grubun ya da topluluğun hayatta kalma şansını artırır. Darwin bunu da doğal ayıklanmaya bağlar: “Ve bu doğal ayıklanma olmalı.”[74]
Ahlakın kökeninin bu şekilde doğal ayıklanmayla açıklanması, Nietzsche’ye göre, doğaya ahlak dayatmaktan, gerçekliği ahlaka dönüştürmekten başka bir şey değildir. Darwin, kendi ilkesi olan en iyi uyum sağlayanın hayatta kalma ilkesini, kültür ya da ahlak alanında yadsımaktadır. Başka bir deyişle o, doğa alanında güçlülerin ve en iyi uyumu gerçekleştirenlerin hayatta kalacağını ileri sürerken, kültür alanında hayatta kalanlar zayıf ve ortalama olanlardır. Nietzsche’ye göre bu, büyük bir çelişkidir ve Darwin, önceki biyologların düştüğü yanılgıya düşmektedir. Nietzsche bu yanılgıyı şu sözlerle ifade eder: “Şimdiye kadarki biyologların ana yanılgıları: söz konusu olan türler değil, güçlü bireylerdir (Çoğunluk sadece bir araçtır).”[75] Dahası, Nietzsche’ye göre Darwin’in bu açıklaması özgecilik anlamına gelmektedir ve bu nedenle de yaşam istenci olan güç istencinin tamamen yadsınması demektir. Eğer Darwinci “sosyal içgüdüler” (örneğin, sempati, ana-baba ve çocuk sevgisi) toplumda yaygın hale gelir ve “toplumun temel ilkesi olarak kabul edilirse, gerçekte ne olduğunu derhal ispatlar –bir yaşamı yadsıma istenci, bir çözülme ve çürüme ilkesi.”[76] Nietzsche’ye göre, eğer canlı bir beden varsa, orada aynı zamanda “sahiplenme, yaralama, yabancı ve zayıf olanı yenme; baskı altına alma, acımasızlık, kendi biçimlerini dayatma, kendine katma, ve en azından, en yumuşağından, sömürü”[77] de vardır. Nietzsche, Darwin’in bu en temel biyolojik gerçeği görmezden gelerek, “doğanın daha yüksek bir insan tipine ulaşma çabaları”na[78] karşıt bir ahlak ileri sürdüğünde ısrar eder.
Diğer taraftan, Nietzsche, Darwinci evrim kuramında örtük bir ereksellik (teleology) olduğunu ileri sürer.[79] Özellikle de, var olma mücadelesi ilkesi erekselci bir ilkedir. “[G]ereksiz erekselci ilkelere karşı dikkatli olalım,” der Nietzsche, “ki bunlardan biri, kendini-koruma içgüdüsüdür.”[80] Darwinci doğal ayıklanma, doğanın kör güçleri aracılığıyla ilerler; evrim sürecinin arkasında bir plancı ya da zeki tasarımcı yoktur. Özellikler rastlantısal olarak elde edilirler ve eğer birey ya da organizmanın var olma mücadelesine katkıda bulunurlarsa, korunur ve daha da gelişirler. Diğer bir deyişle, bir organizmanın bir özelliğe ya da organa (türün uzun evrim süreci içerisinde) sahip olmasında belirleyici etken, organizmanın var olma mücadelesi için onların sağladıkları yararlardır.[81]
Nietzsche, organların oluşumu ya da gelişiminde var olma mücadelesinin belirleyici etken olduğu düşüncesine karşı çıkar; çünkü yaşam sürecinde belirleyici olan, güç mücadelesidir. Bundan dolayı da, bir organın oluşumu ve gelişimine neden olan güç istencidir. Nietzsche’ye göre, güç istenci, dünyayı ya da yaşam koşullarını daha fazla güç elde etmek için etkin bir şekilde yorumlar. “Aslında,” der Nietzsche, “yorumun kendisi bir şeyin efendisi olmak için bir araçtır.”[82] Yorum, organik süreçteki en temel ve sürekli gerçekleşen eylemdir ve “bir organın oluşumunda en önemli etken yorumdur.”[83]
Bir organın kökeni, organizmanın korunmasında yararlı olmasıyla açıklanamaz. Nietzsche tam da bunun aksi olduğunu iddia eder ve şöyle der: “Bir özelliğin oluştuğu zaman aralığının büyük bir bölümünde bu özellik bireyi korumaz ve ona hiçbir yararı yoktur, özellikle de dış etkenler ve düşmanlarla mücadelesinde.”[84] Organizmanın korunmasında yararlı olan bir şey aynı zamanda güç kaybına neden olabilir ya da organizmanın evrimini sekteye uğratabilir. Nietzsche’nin bu iddiasının arkasında, yaşamın “ortak bir beslenme biçimiyle bağlanmış güçler çokluğu”[85] olduğu inancı ve bireyi “parçaların birbirleriyle (besin, yer vb. için) mücadelesi” şeklinde betimlemesi ve bu bireyin evriminin de “her parçanın zafer ya da üstünlüğüne, bir dumura uğramaya [körelmeye], diğer parçaların ‘bir organ haline gelmesine’ bağlıdır”[86] şeklindeki iddiası vardır. Bu ortak beslenme biçimi duyguları, görüşleri ve düşünceleri de içermektedir, kısaca, beslenmeyi olanaklı kılan her şeyi: “(1) [D]iğer bütün güçlere karşı bir direnişi; (2) aynı olanların şekil ve ritme göre bir düzenlenişini; (3) özümseme ya da boşaltım açısından bir değerlendirişi.”[87] Organizmanın bu yapısından dolayı, organizmanın korunması ya da dış koşullarla mücadelesi için yararlı bir organ, özellik ya da parçanın varlığı ya da oluşumu, aslında o organizmanın evrim sürecine zarar verip onu sekteye uğratabilir. Evrimi yönlendiren tek şey, organizmanın her bir parçasının birbirleri arasındaki iç mücadeledir. Eğer kendini-koruma ön plana yerleştirilirse, vurgu dış koşullara uyuma kaydırılmış olur ki, bu durumda organizma tepkisel bir varlık haline gelir. Bu da organizmaya etkin yaratıcı güçlerin değil de, tepkisel olanların egemen olduğu anlamına gelir. Bu tepkisel güçler ya da bir bütün olarak tepkisel organizma evrimin tetikleyicisi olamaz. Nietzsche şöyle der: “Büyümek isteyen ve büyümek isteyen tüm diğer şeylerin değerini yorumlayan bir şeyin var olması gerekir”[88]; o şey de, “gücün genişlemesini amaçlayan ve bunu isterken kendini-korumayı sıklıkla tehlikeye atan, hatta feda eden yaşamın gerçek temel içgüdüsü”[89], yani güç istencidir.
Nietzsche’ye göre, bir organın oluşumunun nedeni ne olursa olsun, kesinlikle organın yararından farklı bir şeydir bu. Diğer bir ifadeyle, “bir şeyin kökeninin nedeni ile sonraki yararı, mevcut kullanımı ve amaçlar sistemi içindeki yeri, tamamıyla ayrı dünyalardır.”[90]; çünkü dünya güç istencidir ve dünyada güç odakları arasında süregelen etkin bir güç mücadelesi vardır. Bu güç mücadelesi içerisinde, her güç odağı, diğer güç odaklarını hem sürekli olarak yorumlar hem de onlar tarafından sürekli olarak yorumlanır. Bunun sonucu olarak, bir güç odağının kullanımı ya da anlamı, sürekli değişen güç odağının perspektifine göre sürekli bir değişim içerisindedir. “Var olan her şey,” der Nietzsche, “tekrar tekrar yeni amaçlar için yeniden yorumlanır, ele geçirilir, dönüştürülür ve kendinden daha üstün bir güç tarafından yeniden yönlendirilir.”[91] Nietzsche’ye göre, organik dünyada süregelen daha fazla güç mücadelesi nedeniyle bu dünyadaki “tüm olaylar bir boyun eğdirme, bir efendi oluştur” ve bu süreç, “daha önceki ‘anlam’ ve ‘amaçlar’ın zorunlu olarak muğlaklaştırıldığı ve hatta ortadan kaldırıldığı bir uyum olan taze bir yorum içerir.”[92] Bunlara ek olarak Nietzsche, “amaçlar ve yararlar, bir güç istencinin daha güçsüz bir şeyin efendisi haline geldiğinin ve ona bir işlev niteliği yüklediğinin işaretidirler”[93] der. Bundan dolayı, bir organın kökeni onun ne yararına ne de amacına başvurularak açıklanamaz. Sonuç olarak, Darwin’in, var olma mücadelesini evrimin içerisine yaşamın temel ilkesi olarak sokması, etkin, şekillendiren, biçim veren, iç güce, yani güç istencine “gereksiz ereksel ilke” dayatmaktan başka bir şey değildir.
Diğer taraftan, Nietzsche’nin güç istenci öğretisinin de bir ereksellik içerdiğini ileri sürenler vardır. Örneğin, Peter Poellner, güç istencini “ereksel açıklama ilkesi” olarak ele alır.[94] Poellner iddiasını şu şekilde ifade eder: “İnsanın etkinliği, bilme etkinliği–ya da, Nietzsche’nin söylemeyi tercih ettiği gibi, yorum etkinliği–de dahil, ereksel bir ilke aracılığıyla açıklanır: Güç istenci.”[95] Ancak, bir ereksel açıklama ilkesi olarak güç istenci ne tüm değişimin ona yöneldiği bir telostur, ne de bir metafizik ya da doğal bir amaca yönelmişlik ya da eğilimdir. Poellner’in ifadesiyle güç istenci, “‘(mantıksal olarak) birbirleriyle bağlantısız öncül koşullar’a dayanılarak yapılan sıradan nedensel açıklamanın aksine, olayların ‘olayın “uğruna” gerçekleştiği söylenen hedeflenen amaç ya da sonuca’ dayanılarak açıklandığı bir türdür.”[96]
Poellner’e göre, Nietzsche, insanın doğasını güç için mücadele olarak nitelemektedir. Bu doğasından dolayı, bir bireyin tüm eylemleri güç artışını hissetmeye yönelmiştir. Poellner, Nietzsche’nin güç istenci öğretisini insanın bu doğasına açıklamak için kullandığını söyler. Nietzsche’nin öğretiyi bu şekilde kullanması, bize, “onun [Nietzsche’nin] amaca dayanan bir açıklama türüne başvurduğunu, yani genellikle amaçlı, istençli eylemde etkili olduğunu düşündüğümüz güce bir ölçüde benzeyen bir hareket ettirici güce başvuran bir açıklamayı”[97] gösterir. Poellner, bu benzerliği, gücün uygulanması ile amaç arasındaki ilişkiyi çözümleyerek göstermeye çalışır. Poellner’e göre, amaç ya da niyetin olmadığı durumlarda gücün uygulanmasından söz edemeyiz. Diğer bir deyişle, bir birey, gücünü, bu gücü diğer bireyler üzerinde uygulayarak artırabilir; ancak, eğer bireyin amaçlı bir eylemi gerçekleştirme yeteneği bir şekilde engellenirse, bu durumda amaçlı bir eylem gerçekleşmez. Poellner, amaçlı bir eylemi gerçekleştirme yeteneği olan bir eyleyen olmadığı halde, gücün uygulanmasından bahsettiğimiz durumda, insanbiçimciliğe (anthropomorphism) düşeceğimizi belirtir: “İnsanbiçimci bir metaforla konuşmak dışında –bir dağın bir nehir üzerinde, onun yolunda durup yönünü değiştirmesine neden olarak, güç uyguladığını söyleyemeyiz.”[98] Bu nedenle, Poellner için, eğer insanbiçimciliğe düşmeden gücün uygulanmasından söz edeceksek, amaçlı bir eylemi gerçekleştirebilecek bir eyleyen, fail olmak zorundadır. Poellner, güç istenci öğretisinde bir eyleyen olduğunu göstermeye çalışır.
Poellner, Nietzsche’nin gücün uygulanmasından ne kastettiğini çözümlemeye başlar. Poellner’e göre, Nietzsche, gücün uygulanmasını temelde “sahiplenme”, “özümseme”, “biçimlendirme” ve “bastırma” olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte, Poellner, eğer bu terimlerin genelliğini göz ardı edersek, Nietzsche’yi yanlış anlayabileceğimiz konusunda uyarır. Poellner, “biçimlendirme” terimiyle Nietzsche’nin sadece bir sanatçı ya da zanaatkârın biçimlendirme eylemini değil, aynı zamanda, örneğin, bir öğretmenin öğrencilerin zihinlerini “biçimlendirme” ve buna benzer eylemleri de anlatmaya çalıştığını söyler. Bunlara ek olarak Poellner, aynı şekilde, Nietzsche’nin “kavrama” ve “anlama” terimlerini de “sahiplenme”nin örnekleri olarak kullandığını belirtir. Yanlış anlamaların önünü kesmek için bu açıklamaları yaptıktan sonra, Poellner, güç istencinin erekselliği tartışmasına; tüm bu güç uygulama yolları “bir ‘fark’ı tanımayı içerir, ki bu da, bir nesne ya da rakibin, eyleyen onun üzerinde etkisini göstermeden önceki durumu ile eyleyenin etkinliğinden sonraki, ya da etkinliğin gerçekleştiği sıradaki durumu arasında eyleyen tarafından yapılan ‘bir karşılaştırmayı gerektirir’”[99] diyerek devam eder. Burada o, eyleyenin rakibinin ve bu rakiple girdiği mücadelenin aşamalarının farkında olduğu bilişsel durumlar dizisinin varlığını ileri sürüyor gibi görünüyor. Böyle bir bilişsel süreç, Poellner’in de söylediği gibi, hem güç uygulamasının gerçekleştiği işlemlerin hem de “benlik” ve “öteki”nin farkındalığını gerektirir. Ancak, Poellner’e göre, güç uygulama sırasında ortaya çıkan öz-farkındalık, Nietzsche’nin geleneksel bir öz-farkındalık kavramına sahip olduğu anlamına gelmez. “Nietzsche’nin güç hissi dediği deneyime karışan öz-farkındalık,” der Poellner, “içebakıştan [introspection] farklıdır, çünkü burada dikkat eylemin nesnesine çevrilmiştir” ve “söz konusu olan ‘benlik’ (zarar veren birim) felsefi geleneğin zihinsel tözü değildir.”[100] Nietzsche, geleneksel benlik anlayışına, benliğin görüngü olduğunu ileri sürerek karşı çıkar: “İç dünyanın da görüngülüğünü [phenomenality] iddia ediyorum. Bilincine vardığımız her şey düzenlenmiş, basitleştirilmiş, şemalaştırılmış, yorumlanmıştır… ‘Görünürdeki iç dünya’, ‘dış’ dünya ile aynı biçimler ve işlemler tarafından yönetilir.”[101] Poellner’e göre, ereksel açıklama ilkesi, Nietzsche’nin “fenomenal benlik” varsayımıyla birlikte, aynı zamanda Nietzsche’nin doğruluk anlayışını, metafizik ya da kartezyen bir benliği doğruluk ölçütü olarak kabul etmeden açıklar. Diğer bir ifadeyle, kendimizi diğer organizmalar ve varlıkları gördüğümüz gibi görürüz; kendi benliğimize ayrıcalıklı erişim hakkına sahip değiliz. Kendi duygularımızı, arzularımızı vb., dış dünyadaki varlıkları yorumladığımız gibi yorumlarız. Nietzsche’nin doğruluk ölçütü, güç hissinin artmasıdır. Bir fikrin, inancın vb. doğru olduğunu söylemek, bu yargıda bulunan eyleyenin gücünü ya da güç hissini artırdığını söylemektir. Poellner, Nietzsche’ye göre, hem doğruluğun hem de güç hissinin göreli olduğunu ileri sürer. Bu görelilik, Poellner’e göre, eyleyenin “iki ya da daha fazla ardışık durum arasındaki bir fark”ın bilincinde olmasını gerektirir; bu fark “sadece bireyin gücü sürekli şekilde artıyorsa fark edilip sürdürülebilir, yani direnişlerin üstesinden gelme, güç uygulama, süreci –eyleyene göründüğü şekliyle– kesintiye uğramazsa.”[102]
Sonuç olarak, Poellner’in güç istencini erekselci bir açıklama ilkesi olarak ele aldığı çözümlemeden öğrendiklerimizi kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: Nietzsche, insan doğasını, güç için mücadele olarak tanımlar; diğer bir deyişle, her insan kendi gücünü ya da güç hissini artırmaya çalışır. Güç artışı, diğer insanlar ya da doğa üzerinde güç uygulamayı gerektirir; ancak, amaç olmadan güç uygulamaktan söz edemeyiz. Bu nedenle, eğer herhangi bir olayda güç uygulama söz konusuysa, orada mutlaka amaçlı eylemleri gerçekleştirme yeteneğine sahip bir eyleyen olması gerekir. Güç uygulama, ayrıca, karşılaştırma yapma ve rakibi değerlendirme yeteneğini de gerektirir. Bunun anlamı şudur: Gücü uygulayan ve eyleyen, kendine ve ötekine ilişkin bir farkındalığa sahip olmalıdır. Ancak bu farkındalık, görüngüsel bir farkındalıktır; burada ne benlik zihinsel bir tözdür ne de farkındalık içebakıştır. Bu fenomenal benlik düşüncesi, Nietzsche’nin metafizik ya da kartezyen benlik üzerinde temellenmemiş bir doğruluk ölçütü ileri sürmesine olanak sağlamıştır. Bu ölçüt, güç hissinin artmasıdır. Sonuçta, Poellner’e göre, Nietzsche tüm insan eylemlerini, bilişsel olanları da dahil, güç hissini artırma ya da güç istenci fikrine dayanarak açıklamıştır.
Ancak, kanımca Poellner, Nietzsche’nin güç istenci nitelemesindeki birçok önemli noktayı kaçırmaktadır. Öncelikle, Nietzsche’nin güç istenci öğretisi esas olarak insan eylemlerini –ister fizyolojik isterse bilişsel olsun– açıklamayı amaçlamaz. Ne de bu öğretinin kapsamı organik yaşamla sınırlıdır. Nietzsche varlıklar arasında organik-inorganik ayrımı yapmaz; çünkü ona göre dünya, oluş dünyasıdır ve bu dünya içerisinde ölü bir şey var olamaz: “‘Varlık’ –onun hakkında ‘canlı’dan başka fikrimiz yoktur. O zaman, ölü bir şey nasıl ‘var olabilir’?”[103] Bundan dolayı da, Poellner’in açıklaması, inorganik olarak düşündüğümüz maddeler alanında geçerli olamaz. Nietzsche, güç istenci öğretisini, görünüşte inorganik olan varlıklara kadar genişletmek düşüncesini açıkça ifade eder: “Güç biriktirme istenci yaşam olgusuna, beslenmeye, üremeye, kalıtıma –topluma, devlete, geleneğe, otoriteye– özgüdür. Acaba bu istenci, kimyada hareket ettirici neden olarak kabul edemez miyiz? –ve kozmik düzende?”[104]
Dahası, Poellner’in güç uygulama ile amaçlı bir eylem gerçekleştirme arasındaki ilişkiyle ilgili tartışması, güç istenciyle ilgili çok önemli bir yanlış anlamanın sonucu gibi görünmektedir. Nietzsche’ye göre güç istenci, varlığın sahip olduğu bir özellik değildir. Bir başka deyişle, güç istencinin üzerine yüklenebileceği ya da atfedilebileceği ayrı bir varlık yoktur, çünkü o varlık zaten güç istencinin ta kendisidir. Nietzsche, eyleyen ile eylem arasındaki ayrıma karşıdır; bir şey, bir varlık, tam da yaptığı, eylediği şeydir; diğer varlıklar üzerindeki ve diğer varlıkların da onun üzerindeki etkilerinin toplamıdır. Nietzsche’ye göre, eyleyen ile eylem arasındaki bu ayrım dilin bize bir oyunudur: “Özne, nesne, eyleme eklenen bir eyleyen, etkisinden ayrılmış bir eylem: Unutmayalım ki, bu sadece göstergebilimdir [semeiotics] ve gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur.”[105]
Bir güç parçası (quantum) bir dürtü, istenç, etki parçasına eşittir –dahası, tam da bu dürtüden, istençten, etkiden başka bir şey değildir; sadece tüm etkileri bu etkilere neden olan bir şey, bir “özne” tarafından belirlenmiş olarak kavrayan ve yanlış kavrayan dilin ayartması sayesinde başka türlü görünebilir.[106]
Ayrıca Nietzsche, hareketsiz bir şeyin varlığını da reddeder; her şey hareket halindedir; diğer bir deyişle, her şey var olan diğer her şeyle sürekli bir güç mücadelesi içerisindedir. Bu nedenle, her şey, var olan diğer her şey üzerinde sürekli güç uygular. Bu bağlamda, Nietzsche için dünyanın sadece güç uygulama olduğunu, başka hiçbir şey olmadığını söyleyebiliriz. Bundan dolayı, Poellner’in amaç yoksa güç uygulamaktan söz edemeyiz iddiası, Nietzsche ve güç istenci öğretisi bağlamında kabul edilebilir gibi görünmemektedir.
Son olarak, Poellner’in güç istencinin erekselci bir açıklama ilkesi olduğu iddiası, güç istenci öğretisine getirilen haksız bir suçlamadır; çünkü, eğer biz bu ereksellik ithamını makul ya da doğru olarak kabul edersek, her açıklamaya erekselci bir açıklama ilkesi olduğu suçlamasını getirebiliriz. Her açıklama, bir şekilde, zaten bir süreci, bir eylem dizisini, bir olayı ya da herhangi bir şeyi, meydana gelirken izlediği yolu göstererek açıklamayı amaçlar. Diğer bir deyişle, bir açıklama, içerisinde bir olayın gerçekleştiği sürecin ömrünün bir ifadesi ya da betimidir; biçimsel olarak, eylemin başladığı anla bittiği an arasındaki zaman aralığını kapsar. Hatta sürecin aşamaları arasında zorunlu bir nedensel ilişki de olmayabilir; tüm eylem dizisi tamamen şans eseri ya da kaza sonucu gerçekleşmiş olabilir. Bununla birlikte, biz hâlâ eylemi açıklarken kullandığımız eylemin sonucunun erekselci bir açıklama ilkesi olduğunu iddia edebiliriz. Bu nedenle, güç istencinin erekselci bir açıklama ilkesi olduğu iddiası doğru bir değerlendirme değildir.
Nietzsche’nin Darwin’e karşı çıkış ve saldırılarını incelerken de gördüğümüz gibi, her ikisinin de ortak yönü, yaşamı açıklamak için bir kurama sahip olmalarıdır. Bazı genel noktalarda uyuşuyor gibi görünüyorlar: İkisi de organik varlıkların evrimine ya da mutasyonuna inanıyorlar; ikisinin de tanrıdan ya da aşkın bir alandan bağımsız, evrimci bir ahlak anlayışı var; ikisi de organik dünyada süregiden bir mücadeleye inanıyorlar vb. Ancak, ikisinin bu konuları açıklama biçimleri arasında kökten bir farklılık vardır. Darwin, organizmaların evrimsel niteliklerini uyum gösterme ve var olma mücadelesi ile açıklarken, Nietzsche güç istenci ve güç mücadelesi ile açıklar. Darwin’in açıklaması, hayatta kalmak için organizmaların, tek tek ya da gruplar halinde, kendilerini çevre şartlarına uyum sağlamaya çalıştıkları bir organik dünya anlayışına götürür. Organizmalara yüklenen bu uyum özelliği ve hayatta kalmanın organik yaşamın amacı olarak sunulması nedeniyle, Nietzsche Darwin’in kuramını tepkisel bir kuram olmakla suçlar. Diğer taraftan, Nietzsche dünyayı, güçlerini artırmak için kendilerini feda edebilecek, etkin ve dinamik güç odaklarının dünyası olarak kavrar. Nietzsche ve Darwin, aynı olguyu aşkın bir varlık ya da alana başvurmadan açıklamalarına rağmen, kökten farklı iki evrim kuramına ulaşırlar. Bundan dolayı, Nietzsche ve Darwin’in düşünceleri arasındaki, aynı olguyla, yani yaşamla ilgilenmelerinden kaynaklanan genel benzerliklere bakarak, Nietzsche’nin Darwinci bir düşünür olduğunu söylemek doğru değildir.
Nietzsche ve Darwin’in yaşam olgusuna ilişkin açıklamaları arasındaki farklılıklar, Nietzsche’nin, Darwin’in ahlakın kökeni ve gelişimine ilişkin açıklamalarına yaptığı karşı çıkışlarda açıkça ortaya çıkmaktadır. Darwin’in ahlak anlayışı tamamen özgeci bir anlayıştır, çünkü hayatta kalma üzerine kurulmuştur. Nietzsche bunu çileci ideal olarak adlandırır ve şunları söyler:
[Ç]ileci ideal, ne şekilde olursa olsun kendini ayakta tutmaya çalışıp kendi var oluşu için savaşan, yozlaşmış bir yaşamın korunma içgüdüsünden kaynaklanır; el değmemiş olarak kalan, yeni yollarla ve becerilerle mücadelesini sürdüren, yaşamın en derin içgüdülerine karşı bir parça fizyolojik engellemeyi ve tüketmeyi işaret eder. Çileci ideal böyle bir yoldur; bundan dolayı, durum bu ideale saygı gösterenlerin inandıklarının tam tersidir: Yaşam onda ve onun aracılığıyla, ölümle ve ölüme karşı boğuşur; bu çileci ideal, yaşamın korunması için bir hileli oyundur.[107]
Bu nedenle, Nietzsche’ye göre kendini-koruma içgüdüsü üzerine temellenmiş bir ahlak, yaşama düşmandır. Korunma içgüdüsü yaşamın temel ilkesi olarak kabul edilirse, daha fazla ve daha güçlü olmak isteyen yaşam “hadım” edilecek, yaratıcı ve biçim verici gücünü kaybedecektir. Ancak, korunma sadece güç istencinin bir yan ürünüdür: “Canlı bir şey, her şeyden önce, gücünü boşaltmak ister; ‘korunma’ sadece onun sonuçlarından biridir.”[108] Bu nedenle, kendini-koruma içgüdüsü, ne organik yaşamın ne de ahlakın kökenini açıklamada anahtar ilke olamaz.
Dahası, Nietzsche’nin güç istenci kavramı Darwinci bir ilke olarak ele alınamaz; çünkü gördüğümüz gibi, güç istenci Darwinci kendini-koruma içgüdüsünden daha güçlüdür. Ancak bu, Nietzsche’nin kendini-korumayı göz ardı ettiği anlamına gelmez; güç istenci kavramı onu da içermektedir, ama bir yan etki olarak. Diğer bir deyişle, bir güç odağı sürekli olarak gücünü artırma arayışı içerisindedir ve bu güç artışı sayesinde kendisini de korur. Diğer taraftan, bir güç odağı özünde güç istenci olduğu için, güç mücadelesi kendi varlığını riske atmayı gerektirdiğinde çekinmeyecektir.
Toparlayacak olursak, Nietzsche felsefesi ile Darwincilik arasındaki benzerlikler sadece görünüştedir. Bu benzerlik kaynağı, ikisinin de aynı olguyu, yaşam olgusunu evrimci bir yaklaşımla açıklamaya çalışıyor olmalarıdır. Bu iki düşünürün düşünceleri arasında çok temel bir fark var: Darwin’in ilgisi sadece organik yaşamla sınırlıyken, Nietzsche’ninki dünyadır, organik ve inorganik alanların ikisini de kapsar. Daha da önemlisi, Brobjer’in de vurguladığı gibi, Nietzsche’nin asıl ilgilendiği şey insanın toplumsal ve kültürel yaşamı, kısacası insan varlığının bütün boyutlarıdır, diğer bir deyişle, bütün bir insan varoluşudur.[109] Bu kapsam ve eğilim farkı dışında, her iki düşünürün yaşam olgusuna yaklaşımları birbirinin neredeyse tam zıddıdır: Darwin edilgin ya da tepkisel bir yaşam resmederken, Nietzsche tamamıyla etkin ve dinamik bir yaşam resmeder. Bu bağlamda, Darwin’in kuramı edilgin bir uyum gösterme sürecini işaret ediyor gibi görünürken, Nietzsche, bize, etkin ve biçimlendirici bir süreç sunar. Darwin kendini-koruma içgüdüsünü evrimin temel ilkesi olarak koyarken, Nietzsche güç mücadelesini ve dinamik biçimlendirici gücü, güç istencini morfolojik değişimin dinamiği olarak koyar. Dahası, Darwin’in kuramı yaşamın erekselci bir açıklaması gibi görünür, oysa Nietzsche erekselciliğe karşı çıkar ve dünya ve yaşama ilişkin erekselci olmayan bir öğreti ortaya koyar. Darwin ile Nietzsche arasındaki diğer bir temel fark ise, ahlakın kökeni ve gelişimine ilişkindir. Darwin, ahlakı, doğal ayıklanmayla elde edilen sosyal içgüdülere dayandırır. Doğal ayıklanmanın bir sonucu olarak, Darwinci ahlak, toplumun, grubun ya da türün korunmasını amaçlar. Ancak, bu ahlak, Nietzsche’nin de işaret ettiği gibi, Darwin’in evrim kuramının umduğunun tersi bir durumla sonuçlanır; başka bir deyişle, bu ahlak sayesinde en uygun ya da en iyi uyum sağlayan bireyler değil de, en az uyum gösterenler ve zayıflar hayatta kalır. Nietzsche böyle bir ahlakı özgeci olduğu için reddeder ve sert bir şekilde eleştirir. Darwin ve Nietzsche’nin düşünceleri arasındaki bu farklılıklar, bana göre, o kadar kökten ve o kadar uzlaşmazdır ki, Nietzsche’nin Darwinci bir düşünür olduğunu ya da güç istencinin Darwinci bir ilke olduğunu söylemek olanaksızdır.[110]
Kaynakça
Ansell-Pearson, Keith, “Nietzsche Contra Darwin”, Nietzsche: Critical Assessments, cilt 4, yay. haz. Daniel W. Conway, Routledge, Londra, 1998.
Ansell-Pearson, Keith, Viroid Life: Perspectives on Nietzsche and the Transhuman Condition, Routledge, New York, 1997.
Ariew, André, “Platonic and Aristotelian Roots of Teleological Arguments”, Functions: New Essays in the Philosophy of Psychology and Biology, yay. haz. Andre Ariew, Robert Cummins ve Mark Perlman, Oxford University Press, New York, 2002.
Brobjer, Thomas H., “Nietzsche’s Reading and Knowledge of Natural Science: An Overview”, Nietzsche and Science, yay. haz. Gregory Moore ve Thomas H. Brobjer, Ashgate Publishing Ltd., Hampshire, 2004.
Cartwright, John, Evolution and Human Behavior, MacMillan, Londra, 2000.
Danto, Arthur, Nietzsche as Philosopher, genişletilmiş baskı, Columbia University Press, New York, 2004.
Darwin, Charles, Descent of Man, Barnes & Noble Books, New York, 2004.
Darwin, Charles, The Life and Letters of Charles Darwin, yay. haz. Francis Darwin (1897 Appleton & Company baskısının tıpkıbasımı), Adamant Media Corporation, Londra, 2006.
Darwin, Charles, The Origin of Species, J.M. Dent & Sons Ltd., Londra, 1947.
Dennett, Daniel, Darwin’s Dangerous Idea: Evolution and the Meanings of Life, Simon & Schuster, New York, 1996.
Grosz, Elizabeth, Nick of Time: Politics, Evolution, and the Untimely, Duke University Press, Durham, 2004.
Howard, Jonathan, Darwin: A Very Short Introduction, Oxford University Press, New York, 2001.
Huxley, Thomas Henry, Lay Sermons, Addresses and Reviews (1906 Macmillan baskısının tıpkıbasımı), Adamant Media Corporation, Londra, 2005.
Johnson, Dirk Robert, “Nietzsche’s Early Darwinism: The ‘David Strauss’ Essay of 1873”, Nietzsche-Studien, sayı 30, 2001.
Lennox, James G., “Darwin was a Teleologist”, Biology and Philosophy, sayı 8, 1993.
Malthus, Thomas, An Essay on the Principle of Population, yay. haz. Geoffrey Gilbert, Oxford University Press, New York, 1999.
Moore, Gregory, “Nietzsche and Evolutionary Theory”, A Companion to Nietzsche, haz. Keith Ansell-Pearson, Blackwell Publishing Ltd., Oxford, 2006.
Müller-Lauter, Wolfgang, Nietzsche: his philosophy of contradictions and the contradictions of his philosophy, çev. David J. Parent, University of Illinois Press, Chicago, 1999.
Nietzsche, Friedrich, “Seventy-five Aphorisms from Five Volumes”, On the Genealogy of Morals, yay. haz. ve çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1967.
Nietzsche, Friedrich, “Skirmishes of an Untimely Man”, Twilight of the Idols (The Portable Nietzsche), haz. ve İng. çev. Walter Kaufmann, Penguin Books, New York, 1976.
Nietzsche, Friedrich, “Why I Write such good Books”, Ecce Homo, çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1967.
Nietzsche, Friedrich, Beyond Good and Evil, çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1989.
Nietzsche, Friedrich, Daybreak, yay. haz. Maudemarie Clark ve Brian Leiter, çev. R.J. Hollingdale, Cambridge University Press, Cambridge, 1997.
Nietzsche, Friedrich, The Gay Science, çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1974.
Nietzsche, Friedrich, The Will to Power, çev. Walter Kaufmann ve R.J. Hollingdale, Vintage Books, New York, 1968.
Nietzsche, Friedrich, Thus Spoke Zarathustra (The Portable Nietzsche), yay. haz. ve çev. Walter Kaufmann, Penguin Books, New York, 1976.
Nietzsche, Friedrich, Writings from the Late Notebooks, yay. haz. Rüdiger Bittner, çev. Kate Sturge, Cambridge University Press, New York, 2003.
Poellner, Peter, Nietzsche and Metaphysics, Oxford University Press, New York, 1995.
Richards, Janet Radcliffe, Human Nature after Darwin: a philosophical introduction, Routledge, Londra, 2000.
Spinoza, Benedict de, “The Foundations of the Moral Life”, The Philosophy of Spinoza Selected from his Chief Works, Kessinger Publishing Company, New York, 2004.
Vorzimmer, Peter J., Charles Darwin: The Years of Controversy, Temple University Press, Philadelphia, 1970.
* Bu makalede kullanılan kaynaklardan yapılan tüm alıntıları, bu kaynakların Türkçe çevirisi olsun ya da olmasın, İngilizceden kendim çevirdim. Bu seçimin nedeni, çevirilerin başarısız ya da yetersiz olması değil, çalışmamı İngilizce çeviriler üzerinden yapmış olmamdır.
Bu yazı, Baykuş: Felsefe Yazıları Dergisi’nin “Felsefe ve Devrim” dosya konulu dördüncü sayısından alınmıştır.
[1] Friedrich Nietzsche, “Prologue”, Thus Spoke Zarathustra (The Portable Nietzsche), yay. haz. ve İng. çev. Walter Kaufmann, Penguin Books, New York, 1976, §§3-4, ss. 124-6.
[2] Friedrich Nietzsche, “On the Gift-giving Virtue”, Thus Spoke Zarathustra, §3, s. 187.
[3] Thomas H. Brobjer, “Nietzsche’s Reading and Knowledge of Natural Science: An Overview”, Nietzsche and Science, yay. haz. Gregory Moore ve Thomas H. Brobjer, Ashgate Publishing Ltd., Hampshire, 2004, s. 23.
[4] Friedrich Nietzsche, The Gay Science, İng. çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1974, §349, s. 292.
[5] Örneğin bkz. Friedrich Nietzsche, The Will to Power, İng. çev. Walter Kaufmann ve R.J. Hollingdale, Vintage Books, New York, 1968, §§647, 684, 658 ve Friedrich Nietzsche, “Skirmishes of an Untimely Man”, Twilight of the Idols (The Portable Nietzsche), haz. ve İng. çev. Walter Kaufmann, Penguin Books, New York, 1976, §14.
[6] Friedrich Nietzsche, “Why I Write Such Good Books,” Ecce Homo, İng. çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1967, §1, s. 261.
[7] Friedrich Nietzsche, “Seventy-five Aphorisms from Five Volumes”, On the Genealogy of Morals, haz. ve İng. çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1967, §251, s. 177.
[8] Thomas H. Brobjer, “Nietzsche’s Reading and Knowledge of Natural Science: An Overview”, s. 22.
[9] Keith Ansell-Pearson, Viroid Life: Perspectives on Nietzsche and the Transhuman Condition, Routledge, New York, 1997, ss. 85-6.
[10] Dirk Robert Johnson, “Nietzsche’s Early Darwinism: The ‘David Strauss’ Essay of 1873”, Nietzsche-Studien, sayı 30, 2001, s. 62.
[11] Keith Ansell-Pearson, Viroid Life: Perspectives on Nietzsche and the Transhuman Condition, s. 85.
[12] Dirk Robert Johnson, “Nietzsche’s Early Darwinism: The ‘David Strauss’ Essay of 1873”, s. 63.
[13] Keith Ansell-Pearson, Viroid Life: Perspectives on Nietzsche and the Transhuman Condition, s. 86, dipnot 2.
[14] Elizabeth Grosz, Nick of Time: Politics, Evolution, and the Untimely, Duke University Press, Durham, 2004, s. 98.
[15] Keith Ansell-Pearson, Viroid Life: Perspectives on Nietzsche and the Transhuman Condition, s. 86.
[16] A.g.e., s. 87.
[17] Örneğin Grosz şunları söyler: “Nietzsche’nin Darwin hakkında söylediklerinden, onun aslında Darwin’in kendi metinlerini okumadığı, ancak Darwin’in kaynaklarından bazılarını (Malthus ve Lamarck), bazı İngiliz Darwincilerin metinlerini (Herbert Spencer ve Thomas Huxley), haklı şekilde anlaşamadığı, (aralarında Ernst Haeckel’in de bulunduğu) çok sayıda Alman Darwinciyi iyi bildiği açıkça anlaşılmaktadır.” (Elizabeth Grosz, Nick of Time: Politics, Evolution, and the Untimely, s. 98). Dennett’e göre, “Nietzsche’nin Darwin’e yaptığı göndermeler, Nietzsche’nin Darwin’in düşünceleriyle tanışıklığının yaygın yanlış betimlemeler ve yanlış anlaşılmalarla kuşatılmış olduğunu ortaya koyar. Belki de Nietzsche, Darwin’i, Almanya’daki, hatta tüm Avrupa’daki yaygınlaştırıcıların (popularizers) coşkulu sahiplenmeleri aracılığıyla biliyordu. Giriştiği birkaç özel eleştiri noktasında, Darwin’i tamamen yanlış anlamıştır.” (Daniel Dennett, Darwin’s Dangerous Idea: Evolution and the Meanings of Life, Simon & Schuster, New York, 1996, s. 182). Brobjer’e göreyse, Nietzsche “daima yüzeysel ve amatör bir yorumcu olarak kalmıştır. Konuya ilişkin, uzmanların bilimsel incelemelerinin yanı sıra popüler bilim çalışmalarını da içeren, çok sayıda kitap okumuş olmasına… ve ‘orta dönem’indeki en yakın arkadaşı Paul Ree’nin sıkı bir Darwin savunucusu olması gerçeğine rağmen durum böyledir. Dahası, Ree’nin aksine Nietzsche, Darwin’in kendisi tarafından yazılmış herhangi bir şey okumamış gibi görünmektedir.” (Thomas H. Brobjer, “Nietzsche’s Reading and Knowledge of Natural Science: An Overview”, s. 22-3).
[18] Friedrich Albert Lange, Geschichte des Materialismus und Kritik seiner Bedeutung in der Gegenwart, J. Baedeker Verlag, Iserlohn, 1866.
[19] Bkz. Wolfgang Müller-Lauter, Nietzsche: his philosophy of contradictions and the contradictions of his philosophy, İng. çev. David J. Parent, University of Illinois Press, Chicago, 1999, ss. 161-82 (Wolfgang Müller-Lauter, Nietzsche: Seine Philosophie der Gegensätze und die Gegensätze Seiner Philosophie, Walter de Gruyter & Co., Berlin ve New York, 1971). Wilhelm Roux, Der Kampf der Theile im Organismus. Ein Beitrag zur Vervollständigung der Mechanischen Zweckmässigkeitslehre, W. Engelmann, Leipzig, 1881.
[20] Carl von Nägeli, Mechanisch-physiologische Theorie der Abstammungslehre, Oldenbourg, 1884.
[21] Bkz. Keith Ansell-Pearson, Viroid Life: Perspectives on Nietzsche and the Transhuman Condition, ss. 93-4.
[22] Paul Rée, Der Ursprung der moralischen Empfindungen, E. Schmeitzner, Chemnitz, 1887.
[23] Nietzsche’nin etkilendiği kaynakların kronolojik bir listesi ve bu kaynakların Nietzsche’nin düşüncesini nasıl etkilediğine ilişkin daha kapsamlı ve detaylı bilgi için bkz. Gregory Moore, “Nietzsche and Evolutionary Theory”, A Companion to Nietzsche, yay. haz. Keith Ansell-Pearson, Blackwell Publishing Ltd., Oxford, 2006, ss. 517-31.
[24] Burada şunu belirmekte yarar var: Bu makalenin amacı Darwincilik ya da herhangi bir evrim kuramının bir eleştirisi ya da savunusu değildir. Bu makalenin asıl amacı, Nietzsche’ye yöneltilen Darwincilik iddiaları ve Nietzsche’nin Darwincilik eleştirileri üzerinden onun güç istenci öğretisinin daha anlaşılır kılınmasını sağlamaktır. Her ne kadar Nietzsche’nin, Darwin’i ve Darwinciliği yanlış anladığı (ya da anlamadığı) yorumcular arasında genel kabul gören bir düşünce olsa da, güç istenci öğretisinin anlaşılmasında önemli bir katkısı olabileceğini düşündüğümden, Nietzsche’nin Darwincilik eleştirilerini incelemeye değer buluyorum. Diğer taraftan, Nietzsche Darwinciliği sadece bir biyolojik kuram olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel etkileriyle birlikte ele almıştır. Bu nedenle, makale içerisinde Darwincilikle ifade edilmeye çalışılan şey, özellikle Nietzsche’nin eleştirileri bağlamında değinildiğinde, sadece biyolojik bir kuram değildir. Brobjer’e göre, Nietzsche’nin Darwinciliği bu şekilde algılaması, aslında Nietzsche’nin Lamarckçılığa daha yakın olduğunun bir göstergesidir. Brobjer şöyle yazar: “Nietzsche’nin Darwinciliğe olan ilgisi… neredeyse tamamıyla toplumsal olaylar ve kültürle sınırlıydı; zamanının uzman olmayan yazarları gibi, (kuramı bu şekilde ele alan detaylı birkaç makale okumuş olmasına karşın) onunla [Darwincilik] hiçbir zaman yaşamın kökenleri ve çeşitliliğini açıklamaya çalışan sınırlı bir biyolojik kuram olarak ilgilenmemiştir. Bu nedenle, Nietzsche’nin evrimciliğinin, Darwincilikten daha çok (kültürel ve zihinsel kalıtıma da izin veren) Lamarckçılığa yakın olması şaşırtıcı değildir.” (Thomas H. Brobjer, “Nietzsche’s Reading and Knowledge of Natural Science: An Overview”, s. 23).
[25] Darwinci evrim kuramının yapısına ilişkin daha detaylı bir özet için bkz. Peter J. Vorzimmer, Charles Darwin: The Years of Controversy, Temple University Press, Philadelphia, 1970, ss. 6-11. Thomas Robert Malthus kendi nüfus yasasını şu şekilde açıklar: “Nüfus denetim altında tutulmadığında, geometrik bir oranda artar [1, 2, 4, 8, 16, 32, 64, 128, 256, 512, gibi]. Yiyecek sadece aritmetik oranda artar [1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, gibi]… Bu durum, yiyecek sıkıntısı nedeniyle, nüfus üzerinde sürekli ve katı bir denetimi gerektirir.” (Thomas Malthus, An Essay on the Principle of Population, haz. Geoffrey Gilbert, Oxford University Press, New York, 1999, s. 13).
[26] Jonathan Howard, Darwin: A Very Short Introduction, Oxford University Press, New York, 2001, s. 26.
[27] Charles Darwin, The Origin of Species, J.M. Dent & Sons Ltd., Londra, 1947, s. 124.
[28] A.g.e., s. 184.
[29] A.g.e., s. 187.
[30] A.g.e., s. 87.
[31] Charles Darwin, Descent of Man, Barnes & Noble Books, New York, 2004, s. 558.
[32] A.g.e., s. 558.
[33] Friedrich Nietzsche, Beyond Good and Evil, İng. çev. Walter Kaufmann, Vintage Books, New York, 1989, §253, s. 191.
[34] Elizabeth Grosz, Nick of Time: Politics, Evolution, and the Untimely, s. 100.
[35] Spinoza’ya göre, kendini-koruma güdüsü her varlığın en temel güdüsü ve aynı zamanda erdemin de yegâne temelidir. Spinoza şöyle der: “Kendini-koruma çabası bir şeyin kendi özüdür… Kendini-koruma çabası erdemin ilk ve tek temelidir.” Benedict de Spinoza, “The Foundations of the Moral Life,” The Philosophy of Spinoza Selected from his Chief Works, Kessinger Publishing Company, New York, 2004, s. 269.
[36] Friedrich Nietzsche, The Gay Science, §349, s. 292.
[37] A.g.e., §349, s. 292.
[38] Friedrich Nietzsche, Beyond Good and Evil, §253, s. 191.
[39] A.g.e., §253, s. 191.
[40] A.g.e., §253, s. 191.
[41] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §647, s. 344.
[42] Friedrich Nietzsche, On the Genealogy of Morals, II, §12, s. 79.
[43] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §681, s. 361.
[44] A.g.e., §685, s. 364.
[45] Friedrich Nietzsche, The Gay Science, §349, s. 292.
[46] Friedrich Nietzsche, “Skirmishes of an Untimely Man,” §14, s. 522.
[47] Friedrich Nietzsche, The Gay Science, §349, s. 291.
[48] Friedrich Nietzsche, Beyond Good and Evil, §13, s. 21 (The Will to Power, §650, s. 344).
[49] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §685, s. 364.
[50] Friedrich Nietzsche, “Skirmishes of an Untimely Man”, §14, s. 523.
[51] A.g.e., §14, s. 523.
[52] Friedrich Nietzsche, Daybreak, haz. Maudemarie Clark ve Brian Leiter, İng. çev. R.J. Hollingdale, Cambridge University Press, Cambridge, 1997, §26, ss. 20-1.
[53] Friedrich Nietzsche, “Skirmishes of an Untimely Man”, §14, s. 523.
[54] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §864, ss. 460-3.
[55] A.g.e., §864, s. 460.
[56] A.g.e., §864, s. 460.
[57] A.g.e., §864, s. 460.
[58] A.g.e., §864, s. 460.
[59] A.g.e., §864, s. 460.
[60] A.g.e., §864, s. 460.
[61] A.g.e., §864, s. 461.
[62] A.g.e., §864, s. 461.
[63] A.g.e., §864, s. 461.
[64] A.g.e., §864, s. 461.
[65] A.g.e., §685, s. 364.
[66] Charles Darwin, Descent of Man, s. 155.
[67] A.g.e., s. 155.
[68] A.g.e., s. 87.
[69] A.g.e., s. 121.
[70] A.g.e., s. 122.
[71] A.g.e., s. 122.
[72] A.g.e., s. 151.
[73] A.g.e., s. 157.
[74] A.g.e., ss. 157-8.
[75] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §681, ss. 360-1.
[76] Friedrich Nietzsche, Beyond Good and Evil, §259, s. 203.
[77] A.g.e., §259, s. 203.
[78] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §400, s. 216.
[79] Nietzsche’nin bu iddiasını incelemeye başlamadan önce, Darwinci evrim kuramı ve erekselliğe ilişkin bazı görüşleri kısaca anmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Her şeyden önce, Darwinci evrim kuramının ereksel olmadığı düşüncesi genel kabul gören bir görüştür. Darwin’in evrim kuramının en önemli savunucularından birisi ve Darwin’in yakın arkadaşı da olan Thomas Henry Huxley, Türlerin Kökeni’ni ilk okuduğunda kendisini en çok etkileyen şeyin, “yaygın olarak anlaşıldığı haliyle erekselliğin öldürücü darbeyi Darwin’in ellerinden aldığı kanısı” olduğunu söyler [Thomas Henry Huxley, Lay Sermons, Addresses and Reviews (1906 Macmillan baskısının tıpkıbasımı), Adamant Media Corporation, Londra, 2005, s. 262). Aynı şekilde, Janet Radcliffe Richards, Darwinci devrimin Kopernik ve Newton devriminin bir devamı olduğunu ileri sürer ve bu iki devrimin etkilerini karşılaştırarak şunları söyler: “Bu [Kopernik ve Newton devrimi], yaşamın, hareketin, ve düşüncenin karmaşıklığını cansız maddenin işleyişine dayanarak açıklamanın olanaksız olduğu yönündeki hâkim görüşü değiştirememiştir. Bu tam da Darwin’in görüşünün altüst etmeye başladığı şeydir; çünkü o, erekselliğin her zaman zorunlu gibi göründüğü bir bağlamda ereksel olmayan bir açıklama üreterek açıklamanın yönünü değiştirmiştir.” (Janet Radcliffe Richards, Human Nature after Darwin: a philosophical introduction, Routledge, Londra, 2000, s. 24). Bunlara ek olarak, John Cartwright, Darwinciliğin bu başarısını şu sözlerle vurgular: “Darwinciliğin en önemli zaferlerinden biri, canlı şeylerin yapısı ve davranışlarına ilişkin herhangi bir amaca ya da erekselliğe başvurmayan bir açıklama sunmasıdır… Amaç, erekselcilik ve tanrısal tasarı kavramının bütünü Darwin’in ‘tehlikeli düşüncesi’ tarafından ortadan kaldırılmıştır. Darwin için, ne büyük bir plan, ne yaşam biçimlerinin dünyaya bir yaratıcı tarafından yerleştirildiğine dair bir kanıt, ne de nihai bir amaç ya da bir amaca yönelik kaçınılmaz bir ilerleme vardır. Saatçi kördür.” (John Cartwright, Evolution and Human Behavior, MacMillan, Londra, 2000, ss. 33-4). Diğer taraftan, Darwinci evrim kuramının ereksel olduğunu ileri sürenler de vardır. Darwin’in çağdaşı olan Asa Gray, ereksellik iddiasını şu şekilde ifade eder: “Darwin’in doğa bilimine en büyük hizmeti, erekselliği bu bilime geri getirmesidir; öyle ki, morfolojiye karşı erekselcilik yerine, şimdi morfolojiyle birleştirilmiş bir erekselciliğe sahibiz.” (alıntılayan James G. Lennox, “Darwin was a Teleologist”, Biology and Philosophy, sayı 8, 1993, s. 409). Darwin’in Gray’in bu yorumuna yanıtı ise çok ilginç ve şaşırtıcıdır: “Erekselciliğe ilişkin söylediğiniz şeyler beni mutlu etti ve başka birinin de bu noktayı fark ettiğini sanmıyorum.” (Charles Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, haz. Francis Darwin (1897 Appleton & Company baskısının tıpkıbasımı), Adamant Media Corporation, Londra, 2006, s. 367). Diğer taraftan Lennox, Darwinci evrim kuramının ereksel olmayan bir kuram gibi algılanmasının nedeninin, bu kuramın on dokuzuncu yüzyıldaki ereksellik kuramlarının hiçbirine uymaması olduğunu, ancak günümüzdeki ayıklanma açıklamalarının ereksellik savunularına açık bir şekilde uyduğunu ileri sürer: “[Darwin’in] ayıklanma-temelli erekselciliği açık bir şekilde on dokuzuncu yüzyıldaki mevcut erekselci açıklamalardan herhangi birine uymayı başaramamıştır… Ayıklanma açıklamaları, bir özelliğin yararlı sonucunun (Darwin sıklıkla ‘avantaj’ terimini kullanır) o özelliğin bir popülasyon içerisinde çoğalmasını ya da var olmasını açıklaması anlamında, doğal olarak erekseldirler.”( James G. Lennox, “Darwin was a Teleologist”, s. 410). Darwinci evrim kuramının erekselliği konusunda çok geniş bir literatür vardır. Kimi ereksel olmadığını savunurken, kimi de ereksel olduğunu ileri sürer. Ancak makalenin asıl konusu bu tartışmalar olmadığı için, her iki gruptan kısa örnekler vermeyi yeterli gördüm. Darwinci evrim kuramının erekselliği konusuna değinmemin asıl nedeni, her ne kadar Nietzsche’nin bu kurama ilişkin bilgileri yanlış ve eksik olsa da, Nietzsche’nin güç istenci kavramının anlaşılmasına sağladığı katkıdır. Nietzsche, ikincil kaynaklardan edindiği bu Darwincilik imgesi üzerinden güç istenci öğretisinin inceliklerini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, bu tartışmayı izlerken Nietzsche’nin Darwin’e ilişkin yanlış anlamalarına (belki de çarpıtmalarına; öyle ki, Ansell-Pearson, Nietzsche’nin Darwin’i doğal ayıklanma bağlamında kasten yanlış okuduğunu şu sözlerle ileri sürer: “Elbette, Nietzsche Darwin’i kendi amaçlarının ve kendi konumunun kökten farklılığını ortaya koymak için kasten yanlış okur. Darwin için ‘uygunluk’un sadece verili çevre koşulları içinde anlamlı olduğu açıktır. Mutlak bir mükemmellik ölçeğine başvurmaz. Bu nedenle de [uygunluk], Nietzsche’nin, doğal ayıklanma kuramını toplumsal bir kuram ya da bir kültür kuramı olarak okuyarak, atfettiği ereksel niyete sahip değildir.” Keith Ansell-Pearson, “Nietzsche Contra Darwin”, Nietzsche: Critical Assessments, cilt 4, haz. Daniel W. Conway, Routledge, Londra, 1998, s. 26, dipnot 18) takılıp kalmadan güç istencine ilişkin söylediklerine yoğunlaşmak gerektiğine inanıyorum. Daha önce de belirttiğim gibi, bu makalenin amacı Darwinci ya da başka türden bir evrim kuramını incelemek ya da eleştirmekten çok, Nietzsche’nin güç istenci öğretisinin anlaşılmasına katkıda bulunmaktır.
[80] Friedrich Nietzsche, Beyond Good and Evil, §13, s. 21. Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §650, s. 344.
[81] André Ariew’e göre, bu türden bir açıklama, Aristotelesçi anlamda, işlevsel erekselci bir açıklamadır: “Bir özelliği yararlı yapan şey, o özelliğin belirli bireylere kendi hayatta kalma ve üreme mücadelelerinde diğer bireylerin üzerinde bir avantaj sağlamasıdır.” (André Ariew, “Platonic and Aristotelian Roots of Teleological Arguments”, Functions: New Essays in the Philosophy of Psychology and Biology, haz. Andre Ariew, Robert Cummins ve Mark Perlman, Oxford University Press, New York, 2002, s. 28). Ancak, Ariew, Aristoteles ve Darwin’in erekselcilikleri arasında iki farklılık olduğunu söyler. Birinci fark, Darwin’inkinde özellikler tesadüfen ortaya çıkarken, Aristoteles’inkinde organizmanın yararı için ortaya çıkarlar. İkinci fark şudur: Aristotelesçi erekselcilikte organizmanın kökeninde belirleyici olan yarardır, Darwinci olanda ise var olan özelliklerdir. Diğer bir ifadeyle, Aristoteles için “bir parçanın yararlılığı malzemelerin gerekliliğini zorunlu kılar; yani gözler görme işine yaradığı için organik malzemeler birleşirler.” Diğer taraftan, Darwin içinse, “bunun tersi bir işleyiş vardır: Malzemeler işlevi zorunlu kılar. Doğal ayıklanma kendi elinin altında bulunan malzemeler (varyantlar) ile çalışır.” (André Ariew, “Platonic and Aristotelian Roots of Teleological Arguments”, s. 29). Bu farklılıklara rağmen, öyle görünüyor ki, var olma mücadelesindeki yararlılık Darwin’in kuramını erekselci yapan şeydir.
[82] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §643, s. 342.
[83] A.g.e., §643, s. 342.
[84] A.g.e., §647, s. 343.
[85] A.g.e., §641, s. 341.
[86] A.g.e., §647, s. 344.
[87] A.g.e., §641, s. 342.
[88] A.g.e., §643, s. 342.
[89] Friedrich Nietzsche, The Gay Science, §349, ss. 291-2.
[90] Friedrich Nietzsche, On the Genealogy of Morals, II, §12, s. 77.
[91] A.g.e., II, §12, s. 77.
[92] A.g.e., II, §12, s. 77.
[93] A.g.e., II, §12, s. 77.
[94] Başka bir bağlamda, Arthur Danto da Nietzsche’nin güç istenci öğretisini açıklayıcı bir ilke olarak sunar. Danto’ya göre, Nietzsche’nin planı, tüm olguları tek bir ilkeye indirgemektir. Danto, bu planı, “metodolojik monizm” olarak isimlendirir (Bkz. Arthur Danto, Nietzsche as Philosopher, genişletilmiş baskı, Columbia University Press, New York, 2004, s. 138). Fiziksel ve organik süreçler arasındaki farklılığa ilişkin, Danto, Nietzsche için bu süreçler arasında bir fark olmadığını iddia eder ve “aradaki bu boşluğu kapatmak ve var olabilecek her şey için nihai bir açıklayıcı ilke sağlamak güç istencinin işleviydi” der (Arthur Danto, Nietzsche as Philosopher, s. 199).
[95] Peter Poellner, Nietzsche and Metaphysics, Oxford University Press, New York, 1995, s. 165.
[96] A.g.e., s. 165. Bu tanımlama, Poellner tarafından Charles Taylor, The Explanation of Behaviour, Daedalus Books, Londra, 1964, ss. 5-6’dan alıntılanmıştır.
[97] Peter Poellner, Nietzsche and Metaphysics, s. 165.
[98] A.g.e., s. 166.
[99] A.g.e., s. 167.
[100] A.g.e., s. 168.
[101] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §477, ss. 263-4.
[102] Peter Poellner, Nietzsche and Metaphysics, s. 168.
[103] Friedrich Nietzsche, Writings from the Late Notebooks, İng. çev. Kate Sturge, haz. Rüdiger Bittner, Cambridge University Press, Cambridge, 2003, 2[172], s. 94.
[104] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §689, s. 367.
[105] A.g.e., §634, s. 338.
[106] Friedrich Nietzsche, On the Genealogy of Morals, I, §13, s. 45.
[107] A.g.e., III, §13, s. 120.
[108] Friedrich Nietzsche, The Will to Power, §650, s. 344.
[109] Bkz. not 24.
[110] Son olarak, Darwinci kuramın, ya da genel olarak evrim kuramının, empirik verilere dayanan ve bu veriler ışığında test edilebilir bir bilimsel kuram olduğu ve Nietzsche’nin güç istenci öğretisinin bu türden verilerden ve test edilebilirlikten yoksun olduğu, bu nedenle de soyut bir felsefe kuramı olduğu ileri sürülebilirse de, Nietzsche’nin genel felsefesi ve özellikle de perspektivizmi göz önüne alındığında bu iddia, en azından Nietzsche ve benim için pek de yerinde bir iddia olmayacaktır; çünkü Nietzsche’ye göre her şey yorumdur ve bu bağlamda Darwin de sadece bir yorum yapmaktadır; bu yorumun (elbette mutlak anlamda değil) doğruluğu ya da yanlışlığı, bu yorumun, yorumu yapan açısından güç artışı sağlayıp sağlamadığına bağlıdır. Nietzsche’nin perspektivizmi, burada anlatılamayacak kadar geniş ve karmaşık bir konudur. Bu nedenle, perspektivizm tartışmasını burada kesiyorum. Ancak yine de şunu vurgulamak gerekir ki, Darwinci evrim kuramının yukarıda belirtilen anlamda bilimsel bir kuram olduğu bilim çevrelerinde genel kabul gören görüştür.
** Husserl; Dionysous’u destekler idi , ayrıca, bir Nietzsche-okuru- olarak… Teşekkürler; güzel bir yazı olmuş. Keyifle okundu. Teşekkürler. **