Fenomenoloji*
EDMUND HUSSERL
Giriş:
“Fenomenoloji” terimi iki şeye gönderme yapar: İlkin, yüzyıl dönümünde felsefede atılım yaratan yeni türden betimleyici bir yönteme; ikinci olarak, bu yöntemden türemiş a priori bir bilime –öyle ki, bu bilim, kesin bilimsel bir felsefe için temel bir araç (Organon) sağlama ve müteakip uygulamasında tüm bilimlerin yöntemsel bir reformunu mümkün kılma amacındadır. Bununla birlikte, bu felsefi fenomenolojiyle birlikte, ama ondan henüz ayrılmamış biçimde, ona yöntemce ve içerikçe koşut yeni bir psikoloji disiplini de ortaya çıkmıştır: Üzerinde yalnızca bilimsel olarak kesin empirik bir psikolojinin tesis edilebileceği temel metodolojik dayanak olmaya dair yenilikçi iddiayı yükselten a priori saf ya da “fenomenolojik” psikoloji. Doğal düşünme biçimimize yakın olan bu psikolojik fenomenolojinin bir taslağı, felsefi fenomenolojiye ilişkin anlamaya ulaştıracak hazırlayıcı bir adım için oldukça uygundur.
I. Saf psikoloji: deneyim alanı, yöntemi ve işlevi
1. Saf doğa bilimi ve saf psikoloji
Modern psikoloji, uzamsal-zamansal gerçekliklerin somut bağlamında “psişik” olanla –bu bir bakıma öyle bir varlıktır ki, kendisine deneyimleme, düşünme, hissetme gibi psişik süreçler olarak, kapasite ve habitus olarak ayrılmaz biçimde bağlı her şeyle birlikte doğada benlik (egoical) olarak ortaya çıkar– ilgilenen bir bilimdir. Deneyim, psişik olanı, insani ve hayvansal varlığın sadece bir katmanı olarak sunar. Bu bakımdan psikoloji, daha somut antropoloji biliminin, ya da daha çok zoolojinin bir dalı olarak görülür. Hayvansal gerçeklikler, her şeyden önce, temel düzeyde fiziksel gerçekliklerdir. Fiziksel doğadaki kapalı ilişkiler örgüsüne aittirler; doğa ile kastedilen, en basit ve en yüklü anlamıyla, saf doğa biliminin evrensel teması; diğer bir deyişle, keyfi bir tek-yanlılıkla, gerçekliğe ilişkin bütün fizik-dışı yüklemleri dışarıda bırakan nesnel bir doğa bilimidir. Hayvanların bedenlerine yönelik bilimsel soruşturma bu alana uyar. Gelgelelim, aksine, hayvan dünyasının psişik boyutu soruşturma nesnesi yapılırsa, sorulması gereken ilk soru, saf bir psikolojinin, saf doğa bilimine koşut olarak ne ölçüde olanaklı olduğudur. Açıktır ki, bir dereceye kadar saf psikolojik araştırma yapılabilir. Psişik olanın –onun için özsel ve spesifik olan özellikleri bakımından– temel kavramlarına sahibiz. Bu kavramlar, diğerlerine, psikolojinin psiko-fiziksel asli kavramlarına dahil edilmelidir.
Ne var ki, –kendi başına kesin biçimde bağımsız psikolojik bir disiplin ve saf fiziksel doğa bilimine gerçek koşut olarak– saf psikoloji düşüncesinin ne ölçüde meşru ve gerçekleştirilmesi zorunlu bir anlamı olduğu başlangıçta açık değildir.
2. Benlik-deneyiminde ve topluluk deneyiminde saf psişik olan: yönelimsel deneyimlerin evrensel betimlemesi
Yol gösterici mahiyetteki bu düşünceyi temellendirmek ve açımlamak için gerekli olan ilk şey, deneyime özgü olanı, bilhassa da psişik olanın saf deneyimine –ve spesifik olarak, deneyimin ifşa ettiği, saf bir psikolojinin teması olacak olan saf psişiğe– özgü olanı aydınlatmaktır. Yaşantılandığı her durumda psişik varlığımızı bize ifşa eden en dolayımsız deneyim türlerine öncelik tanımak son derece doğal ve uygundur.
Deneyimleyen bakışımızı kendi psişik yaşamımız üzerine odaklamak, zorunlulukla refleksiyon olarak, evvelce başka bir yere yönelmiş olan bakıştaki bir dönüşüm olarak gerçekleşir. Her deneyim böylesi bir refleksiyona tâbi kılınabilir; tıpkı, kendimizi, gerçek ya da ideal nesnelerle meşgul etme tarzlarımızda –sözgelimi düşünürken, ya da hissetme ve isteme kiplerinde, değer verirken ve çabalarken– olabildiği gibi. Dolayısıyla, bütünüyle bilinçli etkinlik ile meşgulken, münhasıran spesifik şeylere, düşüncelere, değerlere, amaçlara ya da araçlara odaklanırız, içinde bu şeylerin oldukları gibi bilindiği tarz anlamında bizatihi psişik deneyime değil. Yalnızca refleksiyon bunu bize ifşa eder. Refleksiyon aracılığıyla, basitçe dolaysız içeriği –değerleri, amaçlar ve araçları– kavramak yerine, bunlara tekabül eden, onların “bilinci”ne vardığımız ve (kelimenin en geniş anlamıyla) onların “göründükleri” öznel deneyimleri kavrarız. Bu nedenle, onlara, “fenomenler” denir ve onların en genel asli özellikleri, spesifik şeylerin, düşüncelerin (hakkında hüküm verilmiş meselelerin, temellendirmelerin, sonuçların), planların, kararların, umutların vs. “bilinci” ya da “görünüş”ü olarak varolmalarıdır. [Görünenin, görünüşün nesnesiyle] bu ilişkiselliği, yerel dillerdeki, psişik deneyimle ilintili tüm ifadelerin anlamında bulunur –örneğin, bir şeyin algısı, bir şeyin çağrışımı, bir şeyi düşünme, bir şeyi umma, bir şeyden korkma, bir şey için çabalama, bir şeye karar verme vb. Eğer fenomenler dediğimiz bu alanın, münhasıran fenomenlerle ilgili saf bir psikolojik disiplinin mümkün sahası olduğu kanıtlanırsa, söz konusu disiplinin fenomenolojik psikoloji olarak adlandırılmasının nedenini anlayabiliriz. Bilinç olarak, bir şeyin bilinci olarak varlığın temel karakterini nitelemek için skolastisizmden türetilmiş terminolojik ifade, yönelimselliktir. Bilinçteki şu ya da bu nesnenin düşünümsel/reflektif-olmayan (unreflective) kabulü sırasında ona doğru döner ya da yöneliriz: “Yönelimimiz” (intentio) ona doğru harekete geçer. Bakışımızın fenomenolojik ters çevrilmesi (the phenomenological reversal of our gaze), bu “yönelinmiş olma”nın (Gerichtet-sein), gerçekten de, söz konusu göreli deneyimlerin içkin asli bir özelliği olduğunu gösterir: Onlar, “yönelimsel” deneyimlerdir.
Son derece fazla ve çeşitli sayıda özel durum, bu kavramın genel kapsamı içine girer. Bir şeyin bilinci, o şeyin boş kavranışı/kabulü değildir; her fenomen, kendi bütünsel yönelim formuna (intentionale Gesamtform) sahiptir; fakat aynı zamanda onların, yönelimsel çözümlemede, daima yine, kendileri de yönelimsel olan bileşenlere götüren bir yapısı vardır. Dolayısıyla, sözgelimi bir şeyin (örneğin, bir ölüm) algısından yola çıkıldığında, fenomenolojik refleksiyon çoklu ama yine de sentetik olarak birlikli bir yönelimselliğe götürür. Nesnelerin görünme tarzlarında aralıksız değişen farklar vardır –ki bu farklara, sağa ya da sola “yönlenme”deki değişimler, yakınlık ve uzaklık ve sonuçta perspektifteki farklılıklar neden olur. Görünüşte; “fiilen karşıda görünen”, “görünmeyen” (unanschaulichen) ve nispeten “belirsiz” –buna rağmen onunla birlikte olduğu zannedilen– aksi yüzü arasında daha başka farklar vardır. Görünme kiplerinin akışını ya da onların “sentez” tarzını gözlemlerken ortaya çıkar ki, [akışın] her aşaması ya da her parçası kendi başına “-nın bilincidir” –fakat bu öyle bir tarzdadır ki, yeni aşamaların aniden belirişi sırasında bunun bir ve aynı nesne olduğuna dair sentetik olarak birlikli bir farkındalık vardır. Herhangi bir algı sürecinin yönelimsel yapısı; fiziksel bir kütlenin basit bir biçimde neyse o haliyle algılanması için, tüm olağanüstü karmaşıklığında zorunlu olarak gerçekleştirilmesi gereken, kendi asli/özsel tipine (seine feste Wesenstypik) sahiptir. Eğer bu aynı şey başka kiplerde de –örneğin anımsama, hayal gücü veya resimsel tasarım kiplerinde– görülenirse, bir dereceye kadar algının bütün yönelimsel içeriği yeniden ortaya çıkar; fakat tüm görünümler tuhaf biçimde o kipe tekabül edecek biçimde dönüşür. Bu durum, psişik sürece ilişkin tüm diğer kategoriler için benzer biçimde geçerlidir: Yargılayan, değer veren, çabalayan bilinç, spesifik yargıların, değerlerin, amaçların ve araçların bilgisine yüzeysel bir sahip olma değildir; daha ziyade bunlar, kendilerini, her bir sürece karşılık gelen sabit özsel formlar sayesinde, akış halindeki bir yönelimsellik içinde oluştururlar. [Böylece] psikoloji açısından evrensel görev kendini gösterir: Temel yönelimsellikleri sistematik olarak incelemek ve bunlardan yönelimsel süreçlerin tipik formlarını, mümkün değişkelerini, yeni formlara sentezlerini, yapısal bileşimlerini [ortaya çıkarmak], buradan da zihinsel sürecin bütünlüğüne ilişkin betimsel bir bilgiye, kapsamlı bir psişe yaşamı örneğine/tipine ilerlemek. Açıktır ki, bu görevin tutarlılıkla ifası, psikoloğun kendi tekil psişik varoluşunun çok ötesinde geçerli olacak bir bilgi üretecektir.
Psişik yaşam bizim için sadece benlik-deneyimi yoluyla değil, başkalarının deneyimleri yoluyla da erişilirdir. Bu yeni deneyim kaynağı bize yalnızca benlik-deneyimimizle neyin eşleştiğini değil, aynı zamanda –bilinç bakımından ve gerçekte deneyim olarak– kendisi ile başkası arasında ayrım yaptığı sürece yeni olanı, bir topluluğun yaşamına özgü özellikleri de sunar. Tam bu noktada, topluluğun zihinsel yaşamını, ona dair tüm yönelimselliklerle birlikte, fe- nomenolojik olarak anlaşılır kılma ödevi de doğar.
3. Saf psişik olanın kendisiyle-sınırlı alanı (self-contained field) – fenomenolojik indirgeme ve hakiki içsel deneyim
Fenomenolojik bir psikoloji düşüncesi, benliğin deneyimi ile onun üzerine kurulu öteki deneyiminden doğan bütün bir ödevler çeşitliliğini kuşatır. Bununla birlikte, özgünlüğü içinde ve tutarlılıkla takip edildiğinde, fenomenolojik deneyimin bize gerçekten, münhasıran ona odaklanmış ve psiko-fiziksel her şeyden bütünüyle bağımsız bir bilimin onun yoluyla gelişebileceği, bir çeşit sınırları belli varlık alanı sağlayıp sağlamadığı hâlâ açık değil. Burada, [aslında], Brentano’nun yönelimselliği keşfinden sonra bile psikologlardan böyle saf bir fenomenolojik psikolojinin imkânını gizleyen güçlükler mevcut. Bunlar, halihazırda, gerçekten saf bir benlik-deneyiminin ve dolayısıyla gerçekten saf bir psişik malumatın (pure psychic datum) inşasıyla ilgilidirler. Saf fenomenolojik alana ulaşmak için belli bir yöntem gerekmektedir: Fenomemonolojik indirgeme. Nitekim bu fenomenolojik indirgeme, saf psikolojinin temel yöntemidir ve onun spesifik anlamda tüm teorik yöntemlerinin önkoşuludur. Son olarak, en büyük güçlük, psikoloğun benlik-deneyiminin, halihazırda her yerde dışsal deneyimle, psişik olmayan gerçek şeylerin deneyimiyle iç içe geçmiş olmasıdır. “Dışsal” olarak deneyimlenen, kişinin yönelimsel içselliğine ait değildir; her ne kadar bu deneyimin kendisi şüphesiz bir biçimde dışsalın-deneyimi olarak ona ait olsa da; aynı şey, dış dünyadaki bir şeye yönelmiş her tür farkındalık için de doğrudur. Eğer saf fenomen olarak ya da kendi saf zihinsel süreçlerinin bütünlüğü olarak kendi bilincine ulaşmak istiyorsa, fenomenoloğun tutarlı bir epokhe yapması gerekir. Başka bir deyişle, başarılı bir fenomenolojik refleksiyon için, reflektif olmayan bilinçte üretilen nesnel koymaların/ileri sürümlerin (positing) tüm eşlik edişini engellemeli; dolayısıyla, onun için açık bir biçimde “varolan” dünyaya ilişkin hiçbir yargıda bulunmamalıdır. Bununla birlikte, bu evin, bu bedenin, olduğu haliyle dünyanın spesifik deneyimi, özsel içeriğine uygun biçimde ve dolayısıyla kaçınılmaz olarak, “bu evin”, bu bedenin, bu dünyanın deneyimidir ve bu dünyanın deneyimi olarak kalmaya devam eder; bu, bir nesneye yönelmiş her bilinç kipi için de böyledir. Buna karşın, –hayali de olsa, geçersiz bir yargı veya benzeri de olsa– yönelimsel bir deneyimi betimlemek, aynı zamanda, olduğu haliyle o bilincin nesnesini betimlemeksizin neredeyse olanaksızdır. Bilinçte bilinir hale gelen dünyanın evrensel epokhesi (“onu ayraç içine almak”), özne için yalın mutlaklıkta varolan dünyayı fenomenolojik alanın dışına çıkarır; bununla birlikte, onun yerini, bilinçte verili (algılanan, anımsanan, [hakkında] yargıda bulunulan, düşünülen, değer verilen vb.) dünya alır –olduğu haliyle dünya, “ayraç içindeki dünya”, başka bir deyişle dünya, ya da daha çok, mutlak olarak dünyadaki bireysel şeylerin yerini, her birinin, çeşitli kipleriyle (algısal anlam, anımsanan anlam vb.) bilinçteki anlamları (Bewusstseinssinn) alır.
Böylece, fenomenolojik deneyime ve onun varlık sferine ilişkin başlangıçta yapmış olduğumuz belirlemeyi açıklamış ve tamamlamış olduk. Doğal tutumda koyulan/ileri sürülen birliklerden geriye, söz konusu birliklerin içinde göründük- leri bilinç kiplerinin çokluğuna dönüldüğünde, bu çeşitlilikten ayrılamaz –ama “ayraç içine alınmış”– olan birlikler de saf psişik olanlar arasında sayılacak ve daima, spesifik olarak, içinde kendilerini sundukları görünüş-karakterinde dikkate alınacaklardır. Buna göre (saf “fenomen”e, saf psişik olana) fenomenolojik indirgeme şunlardan oluşur: (1) Psişik sferdeki her nesnel koyuşun/ileri sürüşün, hem tekil fenomenin hem de genel olarak bütün bir psişik alanın yöntemli ve kati biçimde tutarlı bir epokhesi; (2) çeşitli “görünüşler”in, kendi nesnel birliklerinin görünüşü olarak ve bu birliklerin de, her defasında görünüşlerinde kendi- lerine uygun düşen bileştirici anlamlarının birlikleri (units of component meanings) olarak –yöntemli biçimde gerçekleşmiş– kavranmaları ve betimlenmeleri. Bununla fenomenolojik betimlemenin iki yönü gösterilir: Noetik ve noematik. Fenomenolojik indirgemenin yöntemsel formundaki fenomenolojik deneyim, herhangi iyi temellenmiş bir psikoloji biliminin kastettiği anlamda, yegâne hakiki “içsel deneyim”dir. Onun kendine has doğasında, saflığın yöntemsel muhafazasıyla sonsuzluk içinde sürekli gerçekleştirilmenin imkânı ifşa olur. İndirgemeci yöntem, benlik-deneyiminden başkalarının deneyimine aktarılabilir; şu şartla ki, başkasının öngörülen (vergegen-wärtigten) zihinsel yaşamına onun görünüşünün ve görünen şeyin (“noesis” ve “noema”) öznel “nasıl”ı bakımından karşılık gelen ayraç içine alma ve betimleme uygulanabilir olmalıdır. Bir başka sonuç, topluluk deneyiminde deneyimlenen topluluğun, yalnızca, zihinsel olarak tikelleşmiş yönelimsel alanlara değil, aynı zamanda onları birbirine bağlayan topluluk yaşamının birliğine, fenomenolojik saflığı içinde topluluğun zihinsel yaşamına indirgendiğidir (öznelerarası indirgeme). Nitekim sonuç, “içsel deneyim”e ilişkin hakiki psikolojik kavramın muazzam bir genişlemesidir.
Her zihne, “nesne”ye yönelmiş onun tüm bölünmez duyu birlikleriyle bir- likte ait olan yalnızca kendi çeşitli yönelimsel yaşam süreçlerinin (intentionalen Lebens) birliği değildir; bu yaşam süreçlerinden ayrılmaz biçimde, tüm spesifik yönelimselliklere bir merkez sağlayan özdeş ben-kutbu olarak, ve bu yaşam süreçlerinden köklenen tüm alışkanlıkların taşıyıcısı olarak deneyimleyen ben-özne de zihne aittir.
4. Eidetik indirgeme ve eidetik bir bilim olarak fenomenolojik psikoloji
Fenomenolojik bir deneyim alanının birliği, yalnızca kendisine dayalı bir psikolojinin, dolayısıyla saf bir fenomenolojik psikolojinin imkânını ne ölçüde garantiye alır? Kendisinden psiko-fiziksel her şeyin soyutlandığı, olguların empirik anlamda saf bir bilimini gözü kapalı güvence altına almaz elbette. Ne var ki bu durum, söz konusu olan a priori bir bilim olduğunda tamamen farklıdır. Onda, mümkün deneyimin kendisiyle-sınırlı her alanı, olgusaldan özsel forma, eidosa toptan kuşatıcı bir geçişe eo ipso izin verir; dolayısıyla burada da… Bizatihi fe- nomenolojik edimsel olgu bir kenara bırakılırsa; [ya da] daha ziyade, olgusal zihnin ve zihinler topluluğunun a priori mümkün (düşünülür) olanlara serbest fakat görüsel değişimi için bir örnek veya temel olarak hizmet ederse; ve eğer şimdi teorik bakış, dönüşümün içinde zorunlulukla etkisini sürdüren değişmeyene yönelirse, bu sistematik ilerleme sayesinde kendi başına bir alan, “a priori” olanın alanı ortaya çıkacaktır. Böylece, eidetik olarak zorunlu tipik form, eidos belirir; bu eidos, zihinsel varlığın bütün potansiyel formları boyunca baştan sona kendisini tikel durumlarda serimlemeli; eğer “düşünülür”, yani görüsel olarak kavranılır olacaksa, tüm sentetik kombinasyonlarda ve kendisiyle-sınırlı bütünlüklerde hazır bulunmalıdır. Bu bakımdan, fenomenolojik psikoloji kuşkusuz bir “eidetik fenomenoloji” olarak kurulmalıdır; o vakittir ki, münhasıran, değişmeyen özsel formlara yönelir. Örneğin, cisimlerin algısının fenomenolojisi, olgusal olarak ortaya çıkan ya da çıkması beklenen algılara dair (sadece) bir bildirim olmayacaktır; daha çok, kendileri olmaksızın bir cismin algısı ile bir ve aynı cisme ilişkin algıların sentetik olarak uyumlu çeşitliliğini düşünmenin olanaksız olduğu değişmeyen yapısal sistemlerin sunumu olacaktır. Eğer fenomenolojik indirgeme gerçek ve potansiyel içsel deneyim fenomenine ulaşmanın bir yolunu bulduysa, onda temellenen “eidetik indirgeme” yöntemi de, tüm saf zihinsel süreç sferinin değişmez özsel yapılarına ulaşmak için araçlar sağlar.
5. Saf fenomenolojik psikolojinin sağın bir empirik psikoloji açısından temel işlevi
“Sağın” bir empirik psikolojinin –ki, modern başlangıçlarından bu yana, fiziksel doğaya dair sağın saf bilimlerin modeline uygun olarak temellendirilmeye çalışılmıştır– inşasına bir temel olarak fenomenolojik bir saf psikoloji mutlak anlamda zorunludur. Bu doğa biliminde “sağınlık”ın temel anlamı, bu terimlerde kavranılabilen bir doğaya dair –her bir parçanın özel bir teoride (saf geometri, saf zaman teorisi, devinim teorisi vd.) açıklandığı– a priori bir form sisteminde temellenmesinde yatar. Bu a priori form-sistemin olgusal doğaya uygulanmasıyla, belirsiz, tümevarımsal empirik yaklaşım eidetik zorunluluktan (Wesensnotwendigkeit) pay alır; ve empirik doğa biliminin kendisi de, tüm belirsiz kavram ve kuralları, vazgeçilmez rasyonel kavram ve yasalar zeminine götürmek bakımından yeni bir anlam kazanır. Doğa biliminin ve psikolojinin yöntemleri özsel olarak farklılaşsa da, zorunlu bir ortak zemin vardır: Psikoloji, her bilim gibi, “kesinlik”ini (“sağınlık”ını) yalnızca özün rasyonelliğinden alabilir. Kendisi olmaksızın “ben”in, “biz”in, “bilinç”in, “bilincin nesnelliği”nin ve dolayısıyla, bizatihi zihinsel varlığın bireysel ve komünal zihinsel yaşamdan olu- şan bir bütün düşüncesinden ayrılamaz olan sentezin özsel olarak zorunlu ve özsel olarak mümkün formlarıyla birlikte– kavranılamayacağı bir a priori tipler dizisinin meydana çıkarılması, dolaysız bir biçimde (Limes-Idealisierungun* aracılığı olmadan) psişe araştırmasına konu edilebilecek muazzam bir sağınlık alanı üretir. Kabul etmek gerekir ki, bizatihi psiko-fiziksel bağıntının kendine has bir a prioriye sahip olması ölçüsünde, fenomenolojik a priorinin eksiksiz bir psikolojik a priori meydana getirmesi mümkün değildir. Bununla birlikte, bu a priorinin, saf bir fenomenolojik psikolojiye dair a prioriyi önvarsayacağı, tıpkı onun, diğer yandan, bizatihi fiziksel (ve spesifik olarak organik) bir doğaya dair saf a prioriyi önvarsayacağı gibi açıktır.
Fenomenolojik saf psikolojinin sistematik inşası için gerekenler şunlardır:
(1) En genel sentez yasasını içeren yönelimsel zihinsel sürecin özüne evrensel anlamda ait özgünlüklerin betimlenmesi: Bilincin bilinçle her bağlantısı bir bilinç meydana getirir.
(2) Yönelimsel zihinsel sürecin tekil formlarının –ki bunlar, genellikle, özsel bir zorunluluk içinde kendilerini zihinde sunmalıdırlar ya da sunabilirler– incelenmesi; bununla birlik içinde, özlerinin tipolojisi bakımından üyesi bulundukları sentezlerin de incelenmesi: Hem münferit hem de diğerleriyle sürekli/bağlantılı olanlar, hem sonlu biçimde kapalı hem de açık sonsuzda sürekli olanlar.
(3) Zihinsel yaşamın bütüncül yapısının (Gesamtgestalt) gösterilmesi ve eidetik betimlenmesi (Wesensdeskription); başka deyişle, evrensel bir “bilinç akışı”nın özsel karakterinin (Wesensart) betimlenmesi.
(4) “Ben” terimi (sözcüğün toplumsal anlamından hâlâ soyutlanmış olarak), “alışkanlık”ın öz-formlarına referansla yeni bir soruşturma doğrultusunu gösterir; başka deyişle, düşünce-eğilimler –iknalar– (varlığa dair kanılar, değer yargıları, gönüllü kararlar vb.) öznesi olarak, huyların, öğrenilmiş bilginin, belirli karakter özelliklerinin kişisel öznesi olarak “ben”i.
Bütün bu süreç boyunca özlerin “durağan” bir betimlenmesi, en nihayetinde, başlangıca (genesis) ve bütün yaşamı ve kişisel “ben”in gelişimini eidetik yasalar (eidetischen Gesetzen) uyarınca yöneten her yana yayılan bir başlangıca ilişkin problemlere yol açar. Dolayısıyla, evvela bir “statik fenomenoloji”, daha yüksek düzeylerde ise bir dinamik ya da genetik fenomenoloji kurulacaktır. İlk ve kurucu başlangıç olarak, edilginliğe ilişkin başlangıçla –“ben”in etkin bir biçimde katılmadığı başlangıçla– uğraşılacaktır. Burada yeni bir ödevle karşı karşıyayız: Çağrışıma ilişkin tümüyle kuşatıcı bir eidetik fenomenoloji, David Hume’un büyük keşfinin gecikmiş bir rehabilitasyonu; ki bu, ondan, gerçek uzamsal bir dünyanın kendini zihne dair alışkanlığa dayalı kabulde meydana getirdiği a priori bir başlangıç açıklamasını içerir. Bunu, kişisel alışkanlığın gelişimiyle ilgilenen eidetik teori izler; burada, değişmez yapısal bilinç formları içindeki saf zihinsel “ben” kişisel “ben” olarak bulunur ve alışkanlığa dayalı süreğenlik içinde ve de daima dönüşmüş olarak kendisinin bilincindedir. Soruşturmanın devamında, daha yüksek bir düzeyde, özellikle birbirine bağlı bir tabaka kendisine sunulur: Aklın statik ve sonrasında genetik fenomenolojisi.
II. Fenomenolojik psikoloji ve transendental fenomenoloji
6. Descartes’ta transendental dönüşüm ve Locke’un psikolojizmi
Saf bir fenomenolojik psikoloji düşüncesi sadece yukarıda zikredilen, empirik psikolojiyi iyileştirme işlevine sahip değildir; sonuna kadar incelenirse, transendental bir fenomenolojinin özünü açığa sermek için hazırlayıcı bir basamak olarak da iş görebilir. Tarihsel olarak bakıldığında, bu düşünce de psikolojiye özgü ihtiyaçlardan doğmamıştır. Onun tarihi, bizi, John Locke’un kayda değer temel yapıtına, ve onda içerilen itkinin Berkeley ve Hume’daki önemli gelişimine geri götürür. Locke’un saf öznel olanla sınırlı kalışı bile psikoloji dışı ilgilerce belirlenmişti: Psikoloji, burada, Descartes’ın dirilttiği transendental problemin hizmetindeydi. Descartes’ın Meditasyonlar’ında “ilk felsefe” için kılavuz olmuş olan düşünce, tüm “gerçeklik”in ve, sonunda, varolan ve bizim için böyle olan bütün dünyanın, en iyi şekilde ifade ediliyor olarak ve kendi bilişsel yaşamımızda açık bir şekilde güvenilir olarak sunuşlarımızın/tasarımlarımızın sunuşsal/tasarımsal içeriği olarak ancak varolduğudur. Bu düşünce, hakiki olsun ya da sahte olsun, tüm transendental problemlerin güdüleyicisidir. Descartes’ın şüphe yöntemi “transendental öznellik”i serimlemenin ilk yöntemiydi, ve onun ego cogitosu transendental öznelliğin ilk kavramsal formülasyonuydu. Descartes’ın transendental anlamda saf mensi, Locke’ta “insan zihni”ne dönüşür ki, insan zihninin iç deneyim yoluyla sistematik incelemesini yapan Locke, transendental-felsefi bir sorunun üstesinden gelir. Dolayısıyla o, –iç deneyim psikolojisi aracılığıyla kurulan bir transendental felsefe olarak– psikolojizmin kurucusudur. Bilimsel felsefenin kaderi, psikolojizmin her türlü izinin radikal biçimde silinmesine bağlıdır; bu silme, psikolojizmin kökensel saçmalığını ifşa etmekle kalmaz, ondaki transendental açıdan önemli hakikat nüvesinin de hakkını verir. Psikolojizmin sürgit tarihsel gücünün kaynakları, öznel olanın tüm kavramlarına dair –transendental sorun öne sürülür sürülmez ortaya çıkan– ikili bir anlamdan (bir anlam belirsizliğinden) ileri gelir. Bu belirsizliği aydınlatmak derhal keskin bir ayrımı, ve aynı zamanda (saf haldeki iç deneyim psikolojisinin bilimsel açıdan kesin formu olarak) saf fenomenolojik psikoloji ile hakiki transendental felsefe olarak transendental fenomenolojinin paralel ele alınmasını gerektirir. Bu, aynı zamanda, psikolojinin hakiki felsefe- ye ulaşma aracı olduğu yollu sonraki tartışmamızı da temellendirecektir. Hakiki transendental problemin aydınlatılmasıyla başlayacağız; ki bunun ifade ettiği şeyin başlangıçtaki anlaşılması güç belirsizliği, kişiyi, onu bütünüyle bir kenara bırakmaya itebilir (Descartes’ın yaptığı da budur).
7. Transendental problem
Transendental problemin asıl anlamı, onun her şeyi içine alışını içerir; öyle ki o, dünyayı ve bu dünyayı soruşturan bütün bilimleri sorun edinir. Transendental problem, bir bütün olarak gündelik yaşamın ve pozitif bilimlerin kendisiyle iş gördüğü “doğal tutum”un genel anlamda tersine çevrilmesinden doğar. Doğal tutumda dünya, bizim için, sorgulanmamış verilmişliğinde sürekli karşımızda duran, gerçekliklerin varlığı kendinden menkul evrenidir. Böylelikle bu, pratik ve teorik etkinliğimizin genel adıdır. Teorik ilgi bu doğal tutumu aşar aşmaz ve bakışımız –içinde “dünya”nın bizim için kesinlikle bize göre bir dünya olduğu– bilincin yaşamına kendisini yöneltir yöneltmez, kendimizi yeni bir bilişsel tutumun (ya da durumun) içinde buluruz. Dünyanın bizim açımızdan sahip olduğu her anlam (artık bunun farkındayız), hem genel belirsiz anlamı hem de kendisini tekil gerçekliklere göre belirleyen anlamı; algılamamız, imgelememiz, düşünmemiz, yaşam sürecini değerlendirmemizin içselliğinde, bilinçli birer anlam, öznel başlangıç içinde biçimlenmiş birer anlamdır. Bir şeyin geçerlilikle varolduğuna dair her kabul, bizim kendi içimizde etkilenime sahiptir; ve deneyimdeki her kanıt ve onu meydana getiren teori, alışkanlık temelinde ve sürekli bizi güdüleyerek içimizde iş görür. Bu [ilke] dünyayı her belirlenimde ilgilendirir, apaçık olanlarda bile: Kendinde ve kendisi için dünyaya ait olan, onun nasıl olduğudur; ben ya da bir başkası, yahut da her kimse, şans eseri onun far- kında olsun ya da olmasın. Dünya bu eksiksiz evrenselliği içinde, bilincin öznelliği ile –ki onun yaşayan bilincinde, dünya kendi görünüşünü, tam olarak, değişen anlamları içinde “bu” dünya kılar– bir kez ilişkilendirildiğinde, onun bütün varlık tarzı bir anlaşılmazlık, ya da daha çok, kesin olmama boyutu kazanır. Bu “görünüş sağlama” (Auftreten), dünyanın yalnızca öznel olarak kabul edilen, yalnızca öznel olarak açığa çıkarılmış ve yalnızca öznel olarak iyi temellendirilmiş apaçık tasarımının sağlanacağı bu bizim-için-varlığı açıklanmaya muhtaçtır. Onun boş genelliği nedeniyle, kişinin, dünyanın bilinçle ilişkisini ilk fark edişi, bilincin nadiren ayırt edilen ve yeniden karanlığa gömülen değişken yaşamının, böyle işlevleri nasıl yerine getirdiğine dair bir anlayış vermez: Deyim yerindeyse, nasıl olur da kendi içkinliğinde, kendisini ifşa eden bir şey, kendisini kendinde varolan bir şey olarak sunabilir; üstelik yalnızca kastedilen/ifade edilen bir şey olarak değil, uygun deneyimde onaylanmış bir şey olarak? Açıktır ki, problem her tür “ideal” dünya ve onun “kendinde varlığı”na (örneğin, saf sayıların ya da “kendinde hakikatler”in dünyası) kadar yayılır. Anlaşılmazlık, bizim [insani varlıklar olarak] varlık tarzımız için bir tür hakaret sayılır; zira açıkça biz, bize böylece sunulan gerçek dünyanın, bilinçli yaşam süreçleri içinde anlam kazandığı ve kabul gördüğü bireysel anlamda ve topluluk içindeki varlıklarız. Bununla birlikte, insani varlıklar olarak bizim kendimizin de dünyaya ait olduğumuz varsayılır. Dünyevi varoluşumuzla birlikte verili dünyanın anlamıyla (weltlichen Sinn) başladığımızda, yeniden kendimize ve bu anlamın bizim için ilk defa biçimlendiği bilinçli yaşam sürecimize döneriz. Burada ya da mümkün başka bir yerde, onu açıklamanın, bilincin kendisini ya da bilinçte bilinir hale gelen “dünya”yı sorgulamaktan başka bir yolu var mıdır? Zira, o tam olarak bizim sayemizde ifade edilir ve de anlamını ve geçerliliğini kazanmış olduğu ve kazanabileceği bizim dışımızda başka bir yer yoktur.
Şimdi, (“transendent”in bilince göreli varlığının anlamıyla ilgili olan) “transendental” problemi nihai aşamasına yükseltecek bir başka önemli adım daha atalım. Bu adım, bilincin sırf şimdiye gönderme yapan göreliliğinin, sadece kaba olgusal dünyamıza değil, eidetik bir zorunluluk içinde mümkün tüm kavranabilen dünyalara uygulanmakta olduğunu tanımaya dayanır; zira olgusal dünyamızı, kavranılabilir rastgele dünyalara taşıyarak özgürce üretilmiş bir fante- ziye dönüştürürsek, çevresi dünya olan kendimizi de zımnen değiştirmiş oluruz: Her birimiz kendimizi birer mümkün öznelliğe dönüştürürüz ki, bu öznelliğin çevresi, daima, onun [öznelliğinin] mümkün deneyimlerinin, mümkün teorik kanıtlarının, mümkün pratik yaşamının bir dünyası olarak, düşünülmüş bir dünya olmak zorundadır. Bununla beraber, kuşkusuz bu dönüşüm, kendi varoluşunu eidetik evrensellikte bulan, özleri bakımından değişmez olan saf ideal türden dünyalara dokunmadan bırakır; gelgelelim, böyle özdeş özleri (Identitäten) bilen öznenin mümkün değişkenliğinden aşikârdır ki, onların kavranabilirlikleri ve dolayısıyla yönelimsel ilişkiselliklerinin de facto öznelliğimizle yalın bir biçimde ilgisinin olması zorunlu değildir. Bilince ilişkin araştırmanın türü, problemin eidetik formülasyonuyla birlikte artık eidetik olmayı gerektirir.
8. Transendental bir döngü olarak psikolojizme ilişkin çözüm
Fenomenolojik olarak saf bir psikoloji düşüncesinin damıtılması; tüm mümkün formlarına uygun olarak, bilinçli öznenin kendi özüne eidetik, evrensel terimlerde olan şeyi, tutarlı fenomenolojik indirgeme yoluyla açığa sermenin imkânını kanıtladı. Zikredilen formlar, aklın [kendisinin], geçerliliği kuran ve tasdik eden formlarını içerir; ve bununla da akıl, potansiyel olarak görünen dünyaların, hem uygun düşen deneyimlerle doğrulanmış olanların hem de teorik hakikatle belirlenmiş olanların tüm formlarını içerir. Buna göre, bu fenomenolojik psikolojinin sistematik devamı, başından itibaren kurucu (tam olarak, eidetik) bir evrensellik içinde, varlığa ve bilince dair bütün bağıntı/korelasyon araştırmalarını kapsayacak görünmektedir; görünüşe göre tüm transendental aydınlatmanın [esas] yeri odur. Öte yandan, psikolojinin tüm empirik ve eidetik disiplinleri için bir “pozitif bilim”, yani doğal tutumla iş gören ve yalın mevcudiyetiyle dünyanın tematik zemin olduğu bir bilim olduğu da unutulmamalı. Böyle bir psikolojinin aydınlatmak istediği, dünyada [edimsel olarak] bulunan psişeler ve psişe topluluklarıdır. Fenomenolojik indirgeme yalnızca sonda, kendi saf özsel belirliliği içinde ve kendi saf belirli özsel bağlantılarında hayvansal gerçekliklerin psişik boyutuna eriştiği vakit psikolojik olarak iş görür. O halde, eidetik araştırmada bile, psişe, dünyada bulunanlar alanına ait olan varlık anlamını sürdürür; sadece mümkün gerçek dünyalarla ilişkilidir. Eidetik bir fenomenolog dahi olsa, psikolog, transendental açıdan naiftir: Mümkün “zihinler”i (“ben”-özneleri) bütünüyle, sözcüğün göreli anlamı bakımından, mümkün uzamsal bir dünyada saf ve yalın biçimde mevcut olan insan ve hayvanların zihinleri olarak ele alır. Bununla birlikte, doğal-dünyevi ilgi yerine transendental ilginin tayin edici olmasına izin verirsek, o zaman bir bütün olarak psikoloji, transendental açıdan problematik olanın damgasını taşır; böylelikle de, transendental felsefenin öncüllerini asla karşılayamaz. Psişik varlık olarak onun nesnesi konumunda bulunan bilincin öznelliği, transendentale ilişkin soruşturmamızda geri döneceğimiz bir şey olamaz.
Bu belirli noktada apaçıklığa ulaşmak için, transendental problemin tematik anlamını keskin bir biçimde göz önünde tutmalı ve bunu akılda tutarak, problematik olan ve olmayan alanların nasıl ayrıldığına karar vermeye çalışmalıyız. Transendental felsefenin teması, çeşitli yönelimsel ilişkilerin –ki bunlar, özleriyle uyum içinde, onun için dünyanın pratik ve teorik açıdan ulaşılabilir olması anlamında mevcut olduğu ilgili mümkün bir öznelliğin kuşatıcı dünyası olarak herhangi bir mümkün dünyaya aittir– somut ve sistematik bir açıklamasıdır. Bu öznellikler için dünyada mevcut tüm nesne ve yapılar bakımından söz konusu ulaşılabilirlik, onun mümkün bilinçli yaşamına dair, tipolojilerinde açığa çıkartılması gerekecek düzenlemeler gerektirir. Bu kategoriler arasında, hem “cansız şeyler” hem de psişik yaşamlarının içselliğiyle birlikte insanlar ve hayvanlar yer almaktadır. Bu noktadan başlayarak, mümkün bir dünyanın eksiksiz ve tam varlık-anlamı genel olarak ve tüm oluşturucu kategorileri bakımından açığa kavuşturulmalıdır. Her anlamlı problem gibi bu transendental problem de, tüm çözüm araçlarını içermek zorunda olan su götürmez bir varlık zemini gerektirir. Burada bu zemin, içinde mümkün bir dünyanın –ki, ne çeşit olursa olsun– mevcut olarak kurulduğu bilinçli yaşam türünden [anonim] bir öznelliktir. Öte yandan, herhangi rasyonel bir yöntemin apaçık temel gereği, şüphe götürmez diye varsayılan bu zeminin, evrenselliği içindeki transendental problemin problem haline getirdiği şeyle karışmamış olmasıdır. Dolayısıyla, bu problem edilebilirliğin alanı, transendental açıdan naif ve bu yüzden, doğal tutumca yalın bir biçimde ileri sürülmüş mümkün her dünyaya ilişkin bütün alanı içerir. Bu bakımdan, tüm değişik nesne alanları da dahil olmak üzere mümkün bütün bilimler transendental olarak epokheye tâbi tutulacaktır; dolayısıyla psikoloji de; ve bu anlamda psişik olduğu düşünülen ne varsa. Bu noktada paradoksal bir çifte anlamlılıkla karşılaşırız: Transendental problemin yeniden döndüğü öznellik ve bilinç, böylece, psikolojinin ilgilendiği öznellik ve bilinç olamaz.
9. Transendental-fenomenolojik indirgeme ve transendental ikiliğin görünümü
Şu halde bizim, –dünyadaki insani nesnellikler olarak, psişik yaşamın özneleri olmak bakımından psikolojik ve aynı zamanda transendental, dünya-meydana getiren bir yaşam-sürecinin özneleri olmak bakımından transendental olan– ikili varlıklar olduğumuz mu varsayılıyor? Bu ikilik, apaçıklıkla kanıtlanırsa aydınlığa kavuşabilir. Gündelik dilin “ben” ve “biz”inde somut olarak kavranan psişik öznellik, saf psişik kendiliğinde fenomenolojik-psiko mantıksal indirgeme yöntemi yoluyla deneyimlenir. Söz konusu öznellik eidetik forma dönüştükten sonra, saf fenomenolojik bir psikoloji için temel teşkil eder hale gelir. Transendental problemde soruşturulan ve onda öznelliğin varolan bir zemin olarak varsayıldığı transendental öznellik, bir kez daha, “bizzat ben”den, “bizzat biz”den başkası değildir; bununla birlikte, gündelik yaşamın ya da pozitif bilimlerin doğal tutumunda bulunduğu şekliyle değil, önümüzde nesnel olarak mevcut dünyanın bileşenleri olarak kavranırlar (apperceived), daha çok da, içinde bu dünyanın ve –“bizim” için– mevcut olan her şeyin, kendilerini belirli tamalgılarla (apperceptions) “var kıldığı” bilinçli yaşamın özneleri olarak kavranırlar. Dünyada hem zihinsel hem de bedensel olarak mevcut insanlar olarak bizler, “kendimiz” içiniz; büyük bir çeşitlilik arz eden yönelimsel yaşam-sürecinde, “bizim” yaşamımızda devamlılığı olan görünüşleriz –ki burada, mevcut varlık tüm duyusal içeriğiyle birlikte kendisini “bizim için” tamalgısal olarak (apperceptively) oluşturur. Mevcut (tamalgılanmış) ben ve biz, bunların kendileri açısından mevcut olduğu (tamalgılayan) bir ben ve bizi gerektirirler, ki ötekilerle berikiler aynı anlamda mevcut değildir. Bu transendental öznelliğe, transendental bir deneyim yoluyla doğrudan ulaşırız. Nasıl ki psişik deneyim saflık için indirgemeci bir yöntem gerektirir, aynısı transendental deneyim için de geçerlidir.
Burada, psikolojik indirgemenin üzerine inşa edildiği haliyle –herhangi bir zamanda onun üzerine gerçekleştirilebilen saflaştırmanın (ki bu saflaştırma bir kez daha belirli bir epokhe aracılığıyla olur) ilave bir parçası olarak– transendental indirgemeyi sunarak ilerlemek istiyoruz. Bu [saflaştırma], sadece, transen- dental probleme anlamca ait olan tümüyle kuşatıcı epokhenin bir sonucu. Eğer mümkün dünyaların transendental göreliği tümüyle kuşatıcı bir ayraç içine alma gerektiriyorsa, bu aynı zamanda saf psişelerin ve onlarla ilgili saf fenomenolojik psikolojinin de ayraç içine alınmasını koyutlar. Bu ayraca alma ile bunlar, transendental fenomenlere dönüşürler. Nitekim, doğal olarak kabul edilmiş bir dünyada iş gören psikolog, orada ortaya çıkan (ama hâlâ dünya içinde olan) öznelliği saf psişik öznelliğe indirgerken, transendental fenomenolog, mutlak anlamda tümüyle kuşatıcı epokhesiyle, bu psikolojik olarak saf öğeyi, transendental saf öznelliğe, [yani] kendi içinde dünyanın tamalgısını gerçekleştiren ve öne süren/koyan, dolayısıyla “hayvansal gerçekliklere [ait] bir psişe”nin tamalgısını nesnelleştiren öznelliğe indirger. Örneğin, benim saf algı, fantezi vb. mevcut fiili zihinsel süreçlerim, olumluluk (positivity) tutumunda, psikolojik iç deneyime dair psikolojik verilmişliklerdir (ya da verilerdir). Eğer radikal bir epokheyle, kendi insani varoluşum da dahil olmak üzere dünyayı sırf fenomen olarak koyarsam/öne sürersem ve ardından, içinde dünya“nın” eksiksiz tamalgısının ve bilhassa zihnimin, psikolojik olarak gerçek algı-süreçlerimin ve saire tamalgısının biçimlendiği yönelimsel yaşam sürecinin izini sürersem, işte o zaman bunlar benim transendental zihinsel süreçlerime dönüşürler. Bu süreçlerin kendi özlerinde kapsanmış içeriği, her ne kadar psikolojik açıdan tekrar tekrar uygulanan fakat önceden düşünülmemiş olan bir tamalgının çekirdeği olarak görülseler de artık, burada bütünüyle korunur. İradesinin evvelki tümüyle kuşatıcı kararı sayesinde sıkı bir biçimde transendental “ayraç içine alma” alışkanlığı kazanmış transendental filozof açısından, bilincin, doğal tutumun her yanında bulunan bu “dünyevileştirilmesi” (Verweltlichung, her şeyi dünyanın bir parçası olarak ele alma) bile kesin olarak yasaktır. Buna göre, bilinç üzerine tutarlı refleksiyon, filozofu zamanla, transendental açıdan saf veriye götürür ve daha özelde bu, yeni bir tür deneyim, transendental “iç” deneyim şeklinde görüseldir. Yöntemli transendental epokheden doğan bu yeni “iç” deneyim türü, varlığın sınırsız transendental alanının kapılarını açar. Bu varlık alanı sınırsız psikolojik alana koşuttur, keza [onun verisine] ulaşma yöntemi de, saf psikolojik olana ulaşma yöntemine, yani psikolojik-fenomenolojik indirgemeye koşuttur. Ve yine, transendental yaşamın tüm somutlaşması (concretion) içinde kavranılan transendental ben [ya da ego] ve transendental egolar topluluğu, bilincin –onlara mahsus– psikolojik yaşamıyla birlikte, somut olarak zihin ve zihinler topluluğu diye kavranılan alışılmış ve psikolojik anlamdaki ben ve bizin transendental koşutudur. Nitekim, transendental egom doğal egodan apaçık biçimde “farklı”dır; fakat bu, hiçbir şekilde, ikincil bir şey, sözcüğün doğal anlamıyla ondan ayrılmış bir boynuz şeklinde olmaz; tıpkı, tam aksine, transendental egomun, onunla, sözcüklerin alışıldık anlamlarıyla sınırlı yahut iç içe geçmiş bir biçimde asla olmayacağı gibi. Bu, salt, her durumda tutum değişikliği yüzünden psikolojik benlik-deneyimine dönüşebilecek (tüm somutluğu içinde kavranılan) transendental benlik-deneyiminin alanıdır. Bu geçişte zorunlu olarak bir ben özdeşliği meydana gelir; bu geçişe dair transendental refleksiyonda, psikolojik nesnelleştirme, transendental benin kendini-nesnelleştirmesi olarak görülür hale gelir ve böylece, doğal tutumun her uğrağında ben, kendisini, âdeta ona yüklenen bir tamalgıyla birlikte bulmaktadır. Eğer transendental ve psikolojik deneyim alanlarının koşutluğu, varlığa ilişkin anlamların karmaşık bir şekilde iç içe geçmesi (interpenetration) türünden bir özdeşlik olarak, sırf bir tutum değişikliği ile kavranılır hale geldiyse, o zaman ondan çıkan sonuç da, diğer bir deyişle tüm teması saf öznelerarasılık olan o iç içe geçmede, onun ikili anlamında içerilen transendental ve psikolojik fenomenolojinin aynı koşutluğu ve iç içe geçmesi de anlaşılır olur. Yalnızca bu durumda, saf psişik öznelerarasılığın transendental epokheye tâbi kılınır kılınmaz aynı zamanda kendi koşutuna, eş deyişle transendental öznelerarasılığa da götürdüğü dikkate alınmalıdır. Besbelli ki bu koşutluk, teorik denklikten daha az anlam ifade etmez. Transendental öznelerarasılık, transendent (transcendent) olan her şeyin (ve onunla beraber, gerçek dünyaya ait olan her şeyin de) kendisi aracılığıyla varoluşsal bir anlam –[ki bu anlam], yalnızca göreli ve dolayısıyla eksik bir anlamda varolan bir şeyin anlamı olarak, diğer bir deyişle, gerçekte anlamın transendental sunumu, uyum içindeki onaylama ve özsel zorunlulukla ona mahsus olan sürgit kanıların alışkanlığı sayesinde varolan yönelimsel bir birlik olma anlamında bir anlamdır– kazandığı somut anlamda, otonom, mutlak varoluş temelidir (Seinsboden)
10. Transendental fenomenolojiye hazırlık olarak saf psikoloji
Bilincin öznelliğinin asli ikili anlamını aydınlattıktan ve ona yönelecek eidetik bir bilimi de açıkladıktan sonra, psikolojizmin o tarihsel başa çıkılmazlığının nedenlerini anlamaya başlıyoruz. Onun gücü, açığa vurulmamış olanın etkili olmayı sürdürmek zorunda olduğu özsel transendental görünüşten ileri gelmektedir. Yine, ulaştığımız bu açıklama sayesinde de, bir yandan transendental bir fenomenoloji düşüncesinin fenomenolojik saf psikoloji düşüncesinden bağımsızlığını ve sistematik gelişimini, öte yandan da, başlangıçtaki saf psikoloji projesinin transendental fenomenolojiye yükselmek için hazırlayıcı (propaedeutic) faydasını, bizim buradaki mevcut tartışmamıza yön vermiş olan bir faydayı anlamaya başlıyoruz; {eş deyişle, transendental fenomenoloji düşüncesinin fenomenolojik saf psikoloji düşüncesinden bağımsızlığı bakımından} fenomenolojik ve eidetik indirgeme, varlığın transendental göreliliğin ifşasıyla dolaysızca bağlanmasına imkân verir; ve böylece, transendental fenomenoloji doğruca transendental görüden çıkar. Meselenin özü şu ki, bu kestirme yol, [transendental fenomenolojinin] tarihsel olarak kat ettiği yoldu. Olumluluğu içinde eidetik bilim olarak saf fenomenolojik psikoloji, yalın bir biçimde ulaşılır değildi. İkinci nokta bakımından, yani transendental fenomenolojiye saf psikoloji aracılığıyla dolaylı biçimde yaklaşmayı hazırlık aşaması olarak tercih etmek bakımından, transendental tutum, kişinin bütün yaşam tarzının odağında, evvelki tüm yaşam deneyimlerinin bütünüyle ötesine geçen bir değişimi gerektirir; ki mutlak yabancılığı bakımından, bunun anlaşılması muhakkak güçtür. Bu durum, transendental bir bilim için de geçerlidir. Fenomenolojik psikoloji nispeten yeni, yönelimsel çözümleme yöntemi ise bütünüyle alışılmışın dışında olsa da, tüm pozitif bilimlerin sahip olduğu erişim olanaklarına sahiptir. Bu psikoloji, ona dair sınırları kesin biçimde belirlenmiş düşünceye uygun olarak en azından bir kez açık hale geldiğinde, onun öğretisel içeriğinin transendental terimlere yalın bir tersine çevrilişi olarak transendental fenomenolojiye sahip olması için de yalnızca transendental-felsefi problemler alanının ve transendental indirgemenin asıl anlamının açıklanması gerekir. Bu yeni fenomenoloji alanına girişteki temel güçlükler iki aşamaya ayrılır: Halihazırda olgulara ilişkin rasyonel bilim olarak “sağın” bir psikolojiyi mümkün kılmaya ait olan hakiki “iç deneyim” yöntemini anlamaya ilişkin olanlar ile transendental yöntemlerin ve soruşturmanın ayırıcı özelliğini anlamaya ilişkin olanlar. Kuşkusuz, yalnızca kendinde ele alındığında, transendentale yönelik ilgi en yüksek ve nihai bilimsel ilgidir; ve bu yüzden, transendental teorilerin transendental felsefenin otonom, mutlak sistemi içinde geliştirilmesi (şimdiye kadar tarihsel olarak böyle olmuştur ve böyle devam etmelidir); ve önümüze, doğal tutumun transendental tutumla zıtlık içinde temel özelliklerini göstererek, transendental felsefenin bizzat kendi içerisindeki tüm transendental fenomenolojik öğretiyi [ya da teoriyi] doğal olumluluk alanındaki öğretiye [ya da teoriye] yeniden yorumlama olanağını [gösterme ödevini] koymamız bütünüyle doğru bir şeydir.
III. Transendental fenomenoloji ve mutlak temellere sahip evrensel bilim olarak felsefe
11. Ontoloji olarak transendental fenomenoloji
Transendental fenomenolojinin önemi anlaşıldığında kayda değer sonuçlar ortaya çıkar. Sistematik gelişimi içinde o, tüm kavranılabilir a priori bilimlerin sistematik birliği olarak Leibnizci evrensel ontoloji düşüncesini gerçekleştirir; fakat bunu, transendental fenomenolojik yöntemin kullanımı sayesinde “dogmatizm”in üstesinden gelen yepyeni bir zeminde yapar. Kavranılabilir tüm transendental fenomenleri ve özellikle, içinde yalnızca onların somut olarak mümkün olduğu –transendental tekil özneleri özne topluluklarına bağlayan– sentetik bütüncül yapıların bilimi olarak fenomenoloji, tüm kavranılabilir varlıkların eo ipso a priori bilimidir. Fakat o sadece, nesnel olarak varolan varlıkların bütünlüğünün bilimi ve kuşkusuz doğal olumluluğa dair bir tutum alan bilim olmaktan ziyade; varlığa ilişkin anlamını ve geçerliliğini bağlantılı/korelatif yönelimsel inşadan türeten, genel olarak varlığın eksiksiz somutlaşmasındaki bilimidir. Bu, doğası transendental olarak kendinde ve kendisi için kanıtlanabilir bir biçimde meydana getirilecek olan transendental varlığın kendisini de içerir. Buna göre, uygun biçimde gerçekleştirilen fenomenoloji, yanılsamalı olmaktan başka bir şey olmayan, olumluluktaki tümüyle kuşatıcı ontolojiye karşıt olarak, hakiki evrensel ontolojidir –tam da bu nedenledir ki, berikinin dogmatik tek-yanlılığını ve dolayısıyla düşünülemezliğini aşarken, bir yandan da [olumluluktaki bir ontolojinin] kökensel olarak yönelimsel inşada temellenen hakiki meşru içeriğini kendi içinde korur.
12. Fenomenoloji ve sağın bilimlerin temellerindeki kriz
Bu içerimin nasıl olduğu üzerine düşünürsek görürüz ki, kastedilen, her a priorinin nihayetinde kendi varlık geçerliğinde transendental bir başarı olarak öngörüldüğüdür; eş deyişle o, kendi inşasının özsel yapılarıyla, verilmişliğinin tür ve dereceleriyle, kendisini doğrulamasıyla ve ilgili alışkanlıklarla birliktedir. Bu şu demeye gelir: A priorinin kuruluşu sırasında ve bu yolla, bu kurmanın öznel yöntemi bizzat şeffaflaşır; ve fenomenoloji içinde kurulmuş a priori disiplinler (örneğin, matematiksel bilimler) açısından “paradokslar” ve “temellere dair krizler” bulunamaz. Bütün bunlardan, tarihsel olarak varlığa gelen, transendental saflık içindeki a priori bilimlere referansla çıkan sonuç, yalnızca radikal, fenomenolojik temellendirmenin onları doğru, yöntemli, kendini bütünüyle gerek- çelendiren bilimlere dönüştürebileceğidir. Ne var ki, tam olarak bununla onlar birer pozitif (dogmatik) bilim olmaktan çıkacaklar ve tümüyle kuşatıcı eidetik ontoloji olarak tek bir fenomenolojinin bağımlı dalları haline geleceklerdir.
13. Empirik fenomenolojiyle ilişkileri bakımından olgusal bilimlerin fenomenolojik temellendirilmesi
Geriye-kendisiyle-transendental-ilişkisi (ya da kendine-göndermesi), dolayısıyla da kendine-yeterliği ve kusursuz yöntemsel açıklığı içindeki a priorinin eksiksiz evrenini sunma amacı güden sonu olmayan görev, empirik olguya dair tümüyle kuşatıcı ve bu yüzden de tam anlamıyla temellenmiş bir bilimin gerçekleşmesi için yöntem vazifesi görür. Pozitif gerçeklik (Positivität) alanı içinde, hakiki (nispeten hakiki) empirik bilim, uygun düşen a priori bir bilim aracılığıyla yöntemsel bir temel inşasına (Fundamentierung) gereksinim duyar. Tüm mümkün empirik bilimler evrenini alır ve tüm “temel krizleri”nden (“foundation crises”) bağışık olacak radikal bir temellendirme talep edersek, gideceğimiz yer, radikal olana ilişkin tümüyle kuşatıcı a prioridir ve bu da, fenomenolojik temelledirmedir [ve fenomenolojik temellendirme olmak zorundadır]. Nitekim, olguya dair tümüyle kuşatıcı bir bilimin hakiki formu fenomenolojik formdur; zira o, mümkün herhangi bir transendental öznelliğe uygulanan bilgi olarak eidetik fenomenolojinin yöntemsel temeline yaslanan olgusal transendental öznelerarasılığın (factual transcendental intersubjectivity) evrensel bilimidir. Dolayısıyla, eidetikolanı izleyen bir empirik fenomenoloji düşüncesi anlaşılırdır ve gerekçelidir. Böyle bir empirik fenomenoloji düşüncesi, pozitif bilimlerin –eidetik fenomenoloji aracılığıyla onları en başından yöntemsel açıdan mutlak biçimde temellendirilmiş olarak düşünmemiz şartıyla– eksiksiz sistematik evreniyle özdeştir.
14. Tümüyle kuşatıcı felsefe olarak eksiksiz fenomenoloji
Bu sayede, –radikal kendini gerekçelendirmeye dayanan, [sadece o] antik Platoncu ve kartezyen anlamda [hakiki] bilim olan, tümüyle kuşatıcı bilim olarak– başlangıçta varolan felsefe kavramı yeniden kurulur. Kesinlikli ve sistematik olarak uygulanan fenomenoloji, yukarıdaki [açıklamış olduğumuz] en geniş anlamıyla fenomenoloji, tüm hakiki bilgiyi kuşatan bu felsefeyle özdeştir. İlk felsefe olarak eidetik fenomenolojiye (ya da tümüyle kuşatıcı ontolojiye) bölünür ve ikincil felsefe olarak [o], olgular (facta) evreninin, sentetik olarak tüm olguları (facta) içeren transendental öznelerarasılığın bilimidir. İlk felsefe, ikincil felsefeye dair yöntemlerin evrenidir ve geriye kendisiyle de, kendi yöntemsel temellendirmesi bakımından ilişkilidir.
15. Fenomenolojik açıdan “nihai ve en yüksek” problemler
Fenomenolojide tüm rasyonel problemlerin birer yeri vardır ve geleneksel olarak şu ya da bu özel açıdan felsefi olarak önemlidirler. Bunlar, transendental deneyimin mutlak kaynakları ya da eidetik görüleme sayesinde ilk defa olarak çözümleri yolunda hakiki formülasyonlar ve uygun araçlar edin[ebil]irler. Geriye-kendisiyle-evrensel-ilişkisinde fenomenoloji, mümkün bir insanlık yaşamı (Menschheitsleben) içinde kendi özel işlevini transendental düzeyde kavrar. Ondan [insanlığın yaşamından] görüsel olarak çıkarılacak mutlak normları ve aynı zamanda, onun bu normların ortaya çıkarılmasına ve bilinçli pratik uygulamalarına yönelmiş başlangıçtaki (primordial) teleolojik eğilimli yapısını kavrar. Kendisini de, (transendental) insanlığa ilişkin tümüyle kuşatıcı reflektif meditasyonun bir işlevi, aklın her şeyi içeren praksisinin hizmetinde, eş deyişle sonsuzlukta yatan mutlak kusursuzluk evrensel idealine yönelmiş çabanın, açığa çıkma [süreci] sayesinde özgürleşen bir çabanın hizmetinde bir kendini-inceleme olarak kavrar. Ya da başka deyişle o, eylem içinde ve eylem sayesinde yaşayacak ve hakikat ve hakikilik içinde devinecek [olacak, varolacak] bir insanlık düşüncesi (ki, sonsuzlukta yatar) doğrultusunda çabalamadır. O, (yapısal varlık formları ve pratik normları soruşturulacak olan) hakiki insan yaşamının (Menschheitsleben) ikinci anlama gelen bağlantılı/korelatif pratik idesinin göreli gerçekleşmesi için, [kendini-sınamaya ilişkin] kendi öz-reflektif işlevini, diğer bir deyişle, söz konusu mutlak ideye bilinçli ve maksatlı olarak sadece kendisinin yöneldiğini kavrar. Kısacası, yargıda bulunan akla dair problemlerin açıkça daha azı olmayan metafiziksel anlamda teleolojik, etik problemler ve tarih felsefesi problemleri, tüm önemli problemlerden ve en içte yer alan sentetik birliklerindeki ve transendental tinselliğin [varlık] düzenindeki tüm bunlardan farksız olarak, kendi sınırları içindedir.
16. Tüm felsefi antitezlerin fenomenolojik çözümü
Fenomenolojinin, görüsel olarak verili [somut] verilerden soyutlama düzeyine ilerleyen sistematik işleyişi içinde, felsefi bakışın eski geleneksel muğlak antitezleri, kendileri aracılığıyla ve tanıtlamacı bir diyalektiğe ilişkin sanatlar, zayıf çabalar ve ara bulmalar olmaksızın çözülür: Rasyonalizm (Platonculuk) ile empirizm arasındaki, görecilik ile mutlakçılık, öznelcilik ile nesnelcilik, ontolojizm ile transendentalizm, psikolojizm ile anti-psikolojizm, pozitivizm ile metafizik, ya da dünyanın nedensel yorumu ile teleolojik yorumu arasındaki karşıtlıklar. Tüm bu karşıtlıklar için haklı gerekçeler bulunabileceği gibi, yalnızca nispeten ve soyut olarak meşru tek-yanlılıkların yarı doğruları ya da müsaade edilemez mutlaklaştırmaları da bulunabilir.
Öznelciliğin üstesinden ancak, tümüyle kuşatıcı ve tutarlı bir (transendental) öznelcilikle gelinebilir. Bu ikincisi, her tür nesnelliğin uygun deneyimle kanıtlanması gerektiği yollu iddiaları temsil etmesi bakımından, aynı zamanda [daha derin türde bir] nesnelciliktir; fakat kabul edilmelidir ki o, nesnelciliğin, sözde realist nesnelciliğin transendental inşayı anlamaktaki başarısızlığıyla lekelenmiş anlamına karşı onu, tam ve asıl manasına kavuşturan nesnelciliktir de. Görecilik ise, ancak, en kuşatıcı görecilikle, yani tüm “nesnel” varlığın [ya da varoluşun] göreliliğini transendental olarak kurulması bakımından anlaşılır kılan transendental fenomenolojinin göreciliği ile aşılabilir; böylece en radikal göreliliği, transendental öznelliğin kendisiyle ilişkiselliğini anlaşılır kılar. Fakat tam da bu [ilişkisellik, öznellik], “mutlak” varlık [teriminin] –ona göreli olan tüm “nesnel” varlık karşısında– yegâne mümkün anlamı olma amacını taşıyan özdeşliğini, diğer bir deyişle “kendisi için”i –transendental öznelliğin varlığını– kanıtlar. Benzer biçimde empirizm de, empiristlerin zorunlu olarak sınırlı “deneyim” [terimi] yerine orijinal veri sunan görünün, tüm formlarında (eidos görüsü, apodiktik apaçıklık ve fenomenolojik özgörü vb.) fenomenolojik açığa kavuşturma yoluyla kendi meşrulaştırma tarzını ve formunu gösteren bir görünün dahil olduğu genişletilmiş deneyim kavramını koyarak en evrensel ve tutarlı empirizmle ancak aşılabilir. Öte yandan, eidetik olmak bakımından fenomenoloji rasyonalisttir; bununla birlikte, –tek biçimli olarak transendental öznellikle, benle, bilinçle ve bilinçli nesnellikle ilişkili olan– özlere ilişkin soruşturmanın evrensellik bakımından tepe noktasını teşkil eden rasyonalizmi sayesinde, sınırlayıcı ve dogmatik rasyonalizmi aşar. Onlarla ilgili diğer antitezler bakımından da durum budur. Bir şeyi daha belirtecek olursak, tüm varlığı transendental öznelliğe ve onun kurucu yönelimsel işlevlerine geri götürmek, dünyayı tefekkür etmek (contemplation) için teleolojik olan dışında bir yol bırakmaz. Yine de fenomenoloji, doğalcılıktaki (ya da daha ziyade, duyumculuktaki) hakikat nüvesinin hakkını da teslim eder. Diğer bir deyişle, gerçekten de edilgin yönelimsel sentez formlarının, özsel yasalarda temellenen transendental ve saf anlamda edilgin başlangıçla (genesis) birlikte bütünlüklü bir temel tipolojisi olarak fenomenoloji, yönelimsel fenomenler olarak çağrışımları ifşa ederek, Humecu kurgusalcılığın (fictionalism) öngörülü keşifler içerdiğini gösterir; özellikle de onun, saçma teorilerde içerilen şey, kalıcı varoluş ve nedensellik-öngörülü keşiflerin tümü gibi kurguların kökenine ilişkin öğretisinde. Fenomenolojik felsefe, bütün yöntemi içinde kendisini, başlangıçlarından itibaren Grek felsefesini halihazırda canlandıran yöntemsel eğilimlerin saf bir sonucu olarak görür; bununla birlikte, her şeyden önce, hâlâ hayati olan söz konusu yönelimler, rasyonalizm ile empirizmin ikili hattı içinde, Descartes’tan Kant ve Alman İdealizmi üzerinden [yönünü] şaşırmış bugünümüze ulaşmıştır. Yöntemsel yönelimlerin saf bir sonucu demek, problemlerin ele alınmasına ve çözümlenmesine imkân veren hakiki yöntem demektir ve hakiki bilimde bu yolun sonu yoktur. Bu yüzdendir ki fenomenoloji, fenomenologdan, felsefi bir sistem idealinin peşini bırakmasını ve yine de başkalarıyla beraber topluluk içinde alçakgönüllü bir işçi olarak, süregelen bir felsefe (philosophia perennis) için yaşamasını talep eder.
Çeviri: Aydın Gelmez
* Edmund Husserl, “Phenomenology”, İng. çev. R.E. Palmer, Journal of the British Society for Phenomenology, sayı 2, 1971, ss. 77-90. Bu yazı ilk defa Encyclopaedia Britannica için 1927 yılında kaleme alınmıştır –ed. n.
Bu yazı, Baykuş: Felsefe Yazıları Dergisi’nin “Husserl’in Gör Dediği” dosya konulu altıncı sayısından alınmıştır.
* Husserl, bu ifadeyle, sağın (matematiksel) limitlerin idealize edilmesini kastediyor olmalı –İng. çev. n.