Spinoza: Yöntem, Tanrı, Demokrasi[i]
ÖZGÜR ŞAHİN
Ülkemizdeki Spinoza çalışmaları son zamanlarda nitelikli bir artış göstermektedir. Düşünürün Avrupa yazınındaki uzun soluklu serüvenine karşın en önemli eseri Ethica, ilk defa 1946 yılı gibi geç bir tarihte Hilmi Ziya Ülken tarafından Türkçeye kazandırılmıştı. Bu tarihten günümüze kadar geçen zaman içerisinde Fransa’da 1960’lı yıllarda yaşanan Spinoza Rönesansı (bundan kasıt, Deleuze ve Althusser gibi popüler isimlerin düşünürü güncel bağlamlarda yorumlamalarıdır) filozofa yönelik ilginin dünya çapında artmasına yol açmıştır. Bu çalışmada inceleyeceğimiz kitabın yazarını, söz konusu güncel ilgi ve okuma geleneğinin Türkiye’deki önemli temsilcilerinden biri olarak görebiliriz.
Daha önce Spinoza üzerine yaptığı nitelikli çeviri ve yayınlarla bilinen Eylem Canaslan, filozof üzerine Galatasaray Üniversitesi’nde tamamlamış olduğu doktora tezini “Spinoza: Yöntem, Tanrı, Demokrasi” başlığıyla yayımladı. Bu alandaki uluslararası tartışmalarla yoğun bir diyalog içinde gelişen çalışmanın “Önsöz”ü de, Arjantinli Spinoza yorumcusu Diego Tatian’a ait. Kitap daha başlığından itibaren, dikkatli bir Spinoza okuyucusunun gözünden kaçmayacak detaylara sahip: Önce Spinoza’nın felsefî yönteminden başlayarak Tanrı uğrağına, oradan da demokrasiye varan dinamik bir okuma.
Böyle bir yolun izlenmesi, çalışmanın Spinoza literatürüne dair temel bir sorun üzerinden şekillenmesine dayanıyor: Spinoza’nın siyaset felsefesini nasıl okumalı? Zor bir soru bu, nitekim zorluk her şeyden önce Spinoza’nın yazdığı ontolojik ve siyasî metinler arasında yapılagelen ayrımdan kaynaklanıyor. Canaslan’ın da “Giriş” bölümünde detaylı bir tartışmayla değindiği gibi, Spinoza’nın siyaset felsefesi söz konusu olduğunda iki temel eğilim tespit edilebilmektedir: (1) Düşünürün (Ethica başta olmak üzere) ontolojik metinlerini göz ardı ederek, yalnızca siyasî metinlerine odaklanan bir eğilimin yanında, tam tersine (2) ontolojik metinlerini merkeze alarak siyasî metinlerini de bu ontolojik okumadan doğru değerlendiren (daha güncel) eğilim. Canaslan tercihini ikinci okumadan yapıyor ve Spinoza literatürüne fazlasıyla âşina olması da, çalışmanın sıradan bir tekrar olmasını engelliyor. Keza Antonio Negri’den başlayan bu “ontoloji merkezli” okuma, Canaslan’ın da belirttiği gibi, “yöntem” sorununu ıskalamaktadır. Yöntemi ontolojinin basit bir süreği olarak gören bu okumanın temel eksiğini Canaslan, Spinoza yönteminin kendisine has özelliklerini serimleyerek ve dahası, Spinoza’nın farklı çalışmalarda kullanmış olduğu farklı yöntemleri incelikle tespit ederek tamamlıyor. Yöntem sorunu bir kez açıklığa kavuşturulduğunda, Spinoza’nın çalışmaları arasındaki birtakım tutarsızlıklar, çelişkili boyutlar (ki Spinoza’nın siyaset felsefesine ilişkin birbirine zıt okumalara yol açmışlardır, örneğin kimileri onu liberalizmin klasik bir temsilcisi olarak görürken, kimileri onda radikal bir demokrasi fikri keşfeder) açıklığa kavuşturulur; zira Spinoza ontolojisinin temel dayanağı olan yöntem odaklı bir okumayla, Spinoza’nın kendisi tarafından farklı çalışmalarında ya da aynı çalışmanın farklı bölümlerinde kullanılmış olan birbirinden farklı yöntemler birbirinden ayrıştırılabilir; tam da bu nedenle Spinoza’nın siyaset felsefesine doğru, yöntemi kendisine başlangıç noktası alan tutarlı bir yürüyüş –Tatian’ın ifadesiyle “hareket” (s. 13)– gerçekleştirilebilirdir. Kitabın temel problematiğini aşağıdaki ifadelerle ortaya koyan yazar, sorunu çözmeye ilişkin ilk hamleyi böylece yapmış olur:
Hangi metafizik ve ontolojik öncüller, özellikle de politik felsefesini derinden etkileyen iki ismin, bir tür karma yönetimi savunan Machiavelli’nin ve açıkça monarşiyi savunan Hobbes’un aksine, Spinoza’nın demokrasiyi savunabilmesini, hatta daha da ileri giderek onu insan doğasına en uygun yönetim biçimi olarak tanımlamasını sağlamıştır? (s. 28).
Yukarıdaki temel amaç ve izleği belirttikten sonra çalışmanın diğer uğraklarına, ele alarak çözüme kavuşturduğu problemlere değinebiliriz. Bu uğraklardan ilki Tanrı düşüncesidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yazarın literatürle kurduğu yakın temas, ona Spinoza’nın Tanrı düşüncesinin ayrıksı yanlarını tespit etme olanağı sağlamıştır. Bu açıdan ilk bölümde, Spinoza’nın çağdaşı düşünürler Hobbes ve Descartes’la olan teorik ilişkisine dair ayrıntılı açıklamalarla karşılaşıyoruz. Bu detaylı okuma bizi, Spinoza’yı Hobbes’a ya da Descartes’a indirgeme tehlikesinden uzaklaştırdığı gibi, üç isim arasındaki ortaklıkları da açık ve seçik bir şekilde anlamamızı sağlıyor. Dahası, bu üç isimin de kendilerinden önceki düşünürlerden devraldıkları tartışmaları hangi yollardan çözüme kavuşturdukları, benzer sorulara ne gibi farklı yanıtlar verdiklerini öğrenme fırsatı buluyoruz. Özetle, kitapta tartışılan her kavram ve düşünce, entelektüel bağlamı içerisinde sunuluyor okuyucuya. Bir kavram üzerine düşünürken, aynı kavram etrafında şekillenmiş bir düşünceler ve düşünürler silsilesiyle/ağıyla karşılaşıyoruz, deyim yerindeyse bir haritalama işlemiyle. Şüphesiz bu, Canaslan’ın literatürle kurduğu yakın temasa işaret ettiği kadar onun düşünce tarihine yaklaşımındaki titizliği de gözler önüne seriyor.
Spinoza’nın radikal bir ontolojiye sahip olduğunu kavramak zor olmadığı gibi, yorumcular arasında (tam da bu nedenle) ihtilafa yol açmamıştır. Bilakis, onun uzunca bir süre görmezden gelinmesinin, düşünce kanonuna dâhil edilmemesinin altında bu radikal ontoloji yatar. Canlılar arasında türsel yahut özsel bir ayrıştırmayı reddeden, bunun yerine “öz” kavramını, varlıkta sürme çabası anlamına gelen “conatus” fikrinde sabitleyen bir düşünürdür o. Bunun anlamı, artık ne aşkın “iyilik-kötülük” kavramlarından, ne de türler/canlılar arasında herhangi bir hiyerarşiden söz edebileceğimizdir. Söz konusu olan yalnızca, yaşama çabasının (“conatus”un) gücüdür ve hem erdem hem de en büyük iyilik, bu çabanın korunması ve insanların bu çabalarına destek olabilecek en iyi siyasal düzenin kurulmasıdır. Peki o hâlde Spinoza neden, Politik İnceleme adlı çalışmasının son bölümünde kadınları ve köleleri siyasal yönetime katılmaktan dışlamıştır? Öz hiyerarşisini kabul etmeyen bir ontolojiyle tutarlı mıdır bu düşünce? Bu ve bunun gibi birçok çelişkili durum, Spinoza yorumcularının karşısında çözülmeyi bekleyen sorunlar olarak durmaktadır. Canaslan’ın çabasını da bu sorunları, yönteme odaklanan ontoloji merkezli bir okumayla aşma denemesi olarak görebiliriz; nitekim kitabın son bölümünde literatürde tartışma yaratmış tüm hususlar detaylı bir şekilde tartışılır ve en nihayetinde “radikal ontoloji” lehine bir çözüme kavuşturulur. Yazar (kitabın kapağında bir anahtar fonunun yer aldığını belirtelim), bu sorunların tümünü açıklığa kavuşturacak bir anahtar keşfetmiş gibidir; bu anahtar, Spinoza’nın (Kutsal Kitap yorumu başta olmak üzere) ele aldığı tüm meseleleri “demokratikleştiren” yöntemi ve ontolojisidir. Canaslan okuyucusundan bu yönteme, harekete yönelmesini ister. Çalışma boyunca ele aldığı bütün kavram ve sorunları, kuşatıldıkları bu dinamik hareketin izini sürerek takip eder.
En sonunda, bu demokratikleşme hareketi “demokrasiyi demokratikleştirecektir.” Hem bu çalışmanın hem de Spinoza felsefesinin can alıcı noktasıdır bu; ele alınan konuyu, kavramı yahut siyasal sistemi demokratikleştirmek. Yazar, dikkat çekici bir sonuca ulaşarak bitirecektir çalışmasını: Spinoza, örneğin Hobbes (ya da daha köklü bir örnek olarak Aristoteles) gibi “en iyi yönetim biçimi”ni seçmemiştir; aslında o, Politik İnceleme boyunca ele aldığı tüm yönetim biçimlerini demokratikleştirmiş, örneğin monarşi bölümünde bu yönetim biçimini –demokrasi lehine– bir kenara bırakmak yerine, kendi yöntemini ona uygulayarak monarşinin güçlü ve zayıf yönlerini tespit etmeye çalışmıştır. Politik incelemelerde doruğa ulaşan bu demokrasi hareketi, içerisinde birçok filozofun ve kavramsal tartışmanın bulunduğu bir düşünce ağı içerisinde, ontolojik öncülleriyle sahih bir görünüme kavuşur böylece.
En nihayetinde Türkçe literatüre yaptığı katkıyı iki farklı açıdan değerlendirebileceğimiz bir çalışmayla karşı karşıyayızdır: Her şeyden önce, Spinoza’nın siyaset felsefesine yönelik önemli bir eksiklik giderilmiş olur. Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer husus da, kitabın siyaset felsefesi ve düşünce tarihi alanlarına ilişkin Türkçe literatüre yaptığı genel katkıdır. Nitekim son zamanlarda çok nitelikli çalışmalarla aşındırılmış olsa da, Türkiye’deki siyaset felsefesi ve düşünce tarihi literatürü (kendini genellikle ders kitaplarında belli eden) sınırlı bir kanon içerisine sıkışmıştır. Bu bağlamda hiç kuşku yok ki Canaslan’ın çalışması, bir siyaset düşünürünün ontolojisiyle siyaset felsefesi arasındaki gerilimlere odaklanan bir okuma olması hasebiyle, Türkiyeli siyaset felsefesi okuyucuları için başlı başına yeni bir tartışmaya kapı aralamaktadır.
[i] Eylem Canaslan, Spinoza: Yöntem, Tanrı, Demokrasi, Dost Yay., Ankara, 2019.