Değişim Değeri Önseldir
ALİ AKAY
Okuduğumda Kolozova’nın bu metni antropolojiden çok uzak bir şekilde yazılmış bir metin gibi göründü… Marx’ın yaptığı en vahim hatalardan birinin, “değişim değeri” ve “kullanım değeri” üzerinden kapitalizmi okumaya kalktığında, eski ilkel toplumlardan beri kullanım değerini ilkel toplumlarda verili bir şekilde kabul etmesi olduğunu bazı antropologlar ileri sürmüştü. Bilhassa 1960’larda, Kruşçev raporundan sonra, Marx’ın Stalin döneminde gizlenen metinlerinin ortaya çıkmasıyla “Asya-tipi Üretim Tarzı” tartışmalarından beri bildiğimiz Maurice Godelier bu eleştirel bakışı Marx’a yöneltmekteydi. Diğer yandan yabanlar üzerine (Afrika’daki avcı toplayıcı toplumlarda bile mesela bir yurt üzerinde bu tip bir üretimi gerçekleştirdiklerini ve bunun bir küçük “özel mülkiyet” olabileceği de Godelier tarafından kendi alan çalışmalarında gösterildi. Doğal kaynaklara eriştikleri vakit doğayı temellük etmekteydiler ve bunu bir sosyal üretim formunda gerçekleştirmişlerdi (mülkiyet, sabit bir mülkiyetti). Meşru olan bu toprak/yurt temellük etme imkânını yerlilere tanımaktaydı. Üretim ilişkilerine göre toprağın mülkiyeti değişebiliyordu. Kendi ait olduğu ailenin topraklarında Avusturalya yerlisi bir Aborjin avlanma hakkına sahipti. Ne var ki kuraklıkta ya da hayvanın olmadığı dönemlerde, diğer topraklarda (komşu ailelerin topraklarında) da avlanmaya izin verilebiliyordu. Bu ailelerin toprakları bazen annesinin geldiği dedenin toprakları, bazense kız aldıkları ailenin toprakları olabilmekteydi. Bu avlanmayla avcı avını sadece kullanmak üzere değil, değiştirmek ve başka bir ürünle takas edebilme hakkına da sahip olarak üretimini gerçekleştirmekteydi. Burada Godelier’ye göre “doğanın soyut bir mülkiyeti” üzerine kurulu üretim ilişkisi mevcuttur. Bu kurallar soyut olmamalarına rağmen her gencin öğrendiği ve pratik ettiği kurallardı. İlişkilerde bu, “normal ve meşru” olarak kabul edilmekteydi; kabilenin yeniden üretimi için zaruri ilişkilerdi. Kabileyse, flu bir terim olarak, etnolojide şu şekilde kullanılmaktadır: Aralarında evlilik yapan birden çok grubun ortak bir şekilde kurdukları sosyal birlik.
Bu mülkiyet hakkı bir aile ilişkisi olarak gözükmektedir. Ekonomik olanı aile ilişkilerinin ve evlilik kurallarının belirlemekte olduğunu söylemekte antropologlar. Diğer bir deyişle, “kadın dolaşımı” üretim biçimini belirlemektedir: Değişim üretim üzerindendir, kullanım üzerinden değil. Toprağın ve kadının kullanım biçimiyle yerli kabile gençleri kadını ve ürünleri değişerek yaşamlarını yeniden üretmektedirler. Kullanım değeri değişim değerinden önce değildir bu aile ve mülkiyet ilişkilerinde. Avusturalya yerlilerinin durumu bunu en güzel gösteren örnekler arasında sayılabilir. Ayrıca toprağın paylaşımı (avlanma alanlarının ortak kullanımı) da bu paylaşım ve değişim üzerinden gerçekleştirilmektedir. Her bir birey ile birimi, kullandığı ürünleri diğer kabilelerle değişime sokmaktadır. Bu, kadın ve ürün değişimi olarak aralarında kurulan üretim bağlarına yansıtılmaktadır. Kullanım burada değişim sayesinde ortaya ikincil olarak çıkmaktadır.
Godelier başka bir kitabında (L’enigme du don, 1996) kutsal nesnelerin bile bazı kabilelerde “satıldığını veya verildiğini”, yani “değişime sokulduğunu” yazmaktadır. Zaten Marcel Mauss’un “armağan verisi”nden yola çıkıldığında da verili olan armağanların değişim değerinden söz edilmektedir. Armağan baştan itibaren sosyalliği kuran bir kullanım değeri değil, bir değişim değeridir. “Önce değişim vardı” diye bir önerme ileri sürülebilir. Godelier, Yeni Gine’de Baruya Kabilesi’nden örnek veriyor. Bunlar tuz üretimi yapmaktalar. Ve karşılaştıkları diğer kabilelerle tuzu kullanmak için değil, çıkardıkları tuzu satmak için (değişim değeri için) ilişkiye geçmekteler. Savaştıkları yerel kabilelerle aynı zamanda kız alışverişi (değişimi) de yapmaktalar. Bu kabilede başta merkezî bir şeflik rejimi olmadığından, Big Man olarak adlandırılan biri mevcut değil. Kadınları ve zenginlikleri biriktiren biri olmaktan çok, aralarındaki rekabet ilişkilerinde bu değiş-tokuş kavgası verilmekte. Potlatch (armağan) burada devreye giriyor. Armağanlar vererek veya karşı armağanları değiş-tokuşa sokarak kendi prestijleri sayesinde mal ve kadın alma hakkı arayışındalar. Yine armağan ve değişim ilk öğe olarak duruyor. Bunların ürettiği nesneler kutsal ve değerli olarak kabul görüyor. Dolayısıyla bunlar birer para değeri olarak kullanılmıyor. Tuz da Baruyalar için para değeri olarak kullanılmıyor. Bir anlamda, “tuz kamışı” olarak kullanılıyor. Örnekler çoğaltılabilir elbette. Ama bu yazı çerçevesinde yeterlidir diye düşünüyorum.
Bu örnekte görülen kulanım değeri, ilkel ekonomilerin “değişim değeri”yle hayata ve üretime başladıklarını birçok antropolog açıkladı daha 1980’li yıllarda bile. Bahsetmiş olduğum, yukarıda adı geçen Godelier’nin kitabından, 1984 yılında yayımlanan L’idéel et le matériel’den verilen bir örnektir.
Neticede Kolozova’nın yazısı, Ortodoks bir Marksist söyleme sahip ama tam da öyle de durmuyor bazı noktalarda, yine de eski bilgilere dayanıyor. Ayrıca yine 1970’li yılların Marksistlerinden P.P. Rey devlet ile özel şirket ayrımının pratik yaşamda pek fark etmediğini çok fazla yazıp anlattı. Daha “Doğu Bloku” mevcutken bile bu ilişkiler yazıldı. IMF’ye borçlanması sırasında Macaristan’ın örneğin, bürokrasinin kapitalist bürokrasiden daha kolay ve ucuza satın alındığının göstergelerinden biri olduğunu belirttiler.
Bu yazıyı sadece Marksist teori üzerinden dönen ama yaşanan tarihe bakmayan bir yaklaşım olarak okudum. Gotha Programı alıntısı kuşkusuz güzel: Emek değil de, “emeğin bile doğaya bağlı” olması –Marx’ı güncel kılan önemli noktalardan biri bana kalırsa. Yazı, virüsü de fazla hafife alan bir yazı olarak göründü bana. Doğa meselesi birincil tabii, ama şu anda virüs karşısında sanırım ikincil konuma geçici olarak yerleşti. Bir belayla uğraşılıyor şimdi; popülist politikacıların umurlarında gözükmüyor ne doğa ne de virüs; bu yazı da bir o kadar “ezelî düşman kapitalizm”le savaşa tutuşmakta sanki!
Ayrıca, Lacancı “dil ve sembolik” de bana tuhaf bir yaklaşım gibi geldi. Çok fazla Žižek etkisinde sanki? Hele doğa ve “kurban ritüeli” oldukça mitolojik ve sembolik! Deleuze ve Guattari olsa belki şöyle derlerdi: “Çok Romalı!” –Freud için söyledikleri gibi. En çok son cümledeki önermeyi doğru buluyorum, bunu çok beğendim diyebilirim: Enternasyonalizm tek mücadele imkânı olarak durmakta ufukta.
• Prof.Ali Akay Hocamın kaleminden, güzel bir yazı dizini daha… Paylaşım için, teşekkür ederiz, Güçlü Bey Hocam… Sevgilerle… – Ismail Ilkkan Senturk, 2020*senesi anısına •
• Prof.Ali Akay Hocamın kaleminden, güzel bir yazı dizini daha… Paylaşım için, teşekkür ederiz, Güçlü Bey Hocam… Sevgilerle… – Ismail Ilkkan Senturk, 2020*senesi anısına •