Katerina Kolozova Güneydoğu Avrupa’da birkaç üniversitede siyaset felsefesi, epistemoloji ve feminizm çalışmaları profesörüdür. Ayrıca Capitalism’s Holocaust of Animals: A Non-Marxist Critique of Capital, Philosophy and Patriarchy (Londra: Bloomsbury Academic, 2019) kitabının yazarıdır.
Kapitalizmin En Dramatik Çelişkisinin Harikaları
KATERINA KOLOZOVA
Kısıtlanmış ve polisçe denetim altına alınmış hareket etme özgürlüğünün ve toplumsal karşılıklı etkileşim özgürlüğünün; askıya alınmış toplanma hakkının ve toplumsal karşılıklı etkileşim yoluyla bize haz veren şeyin tadını çıkarma imkânsızlığının neden olduğu bir hüsranın orta yerinde insanî hayal kırıklığımızdan çok daha büyüleyici bir fenomene şahitlik ediyoruz. Sermaye makinesi, artı değer ya da basbayağı nakdî değer üreten otomat – duraklayabilir. Dolayısıyla, durabilir. Hâlen faaliyet gösteren endüstriler, can çekişen ekonomiye yaşam desteği sağlamak ve insanlığı yaşamda tutmak için gerektiği kadar üretim yapma eğilimindeler. Korona günlerinde, dilsiz bir virüsün gerçekliği amaçsızca altüst ettiği ya da geçici olarak (üstelik ne kadar süreceğini bilmediğimiz bir süre boyunca) hükümsüz kıldığı zamanlarda, artı değer yerine kullanım değeri tarafından dikte edilen ekonomi mümkün görünmeye başlıyor. Saçma sapan bir şeyin, bir virüsün amaçsız müdahalesi sayesinde farklı bir politik-ekonomi ortaya çıktı. Şimdilik böyle, fakat hiç kimse bu süreksizliğin ne kadar süreceğini bilmiyor. Şu anda hepimiz sanki virüs burada kalacakmış gibi davranıyoruz. Ona, kalıcı bir şey muamelesi yapıyoruz. Belli bir biçimde inşâ edilmiş bir dünyada gerçekleşen anlamsız bir istila söylemsel bir evrenin, ayrıca ona ait olan maddeyi, yani, bildiğimiz şekliyle Dünya’yı, istismar eden felsefenin altını üstüne getirdi, bunları askıya aldı ve belki de ortadan kaldırdı. “Gerçek” (Lacancı) manada, anlamlandırma otomatını –haz ilkesi– parçalamış bulunuyor, üstelik simgesel olanı kendini yeniden yapılandırması için davet ediyor. Aslına bakılırsa, sadece simgesel olan değil, dil de artık bu saçmalıktan bir anlam çıkarmalıdır.
Şundan daha fazlası olmayan verili kabullerle başlayalım: Ekonominin sözde doğal bir güç olarak faaliyet göstermesi şeklindeki verili-olan mesela, modası geçmiş hâle gelmediyse bile, paramparça oldu. Görünen o ki, ekonomi her zaman zaten politikti. Ekonomi mutlaka, artı değerden ziyade kullanım (değeri) tarafından yönlendirilmek zorunda değil. Özel şirketler, sermaye devletlerin sıkı koşulları altında faaliyet gösterebilir. Devlet denetimindeki ekonomi, özel sermayenin onu harekete geçirmesi ve sırtını dışsallaşmış emeğe ya da ücretli emeğe dayaması anlamında kapitalist olabilir. Beri yandan, ekonominin stricto sensu[1] kapitalist olması için, Karl Marx’ın koyutladığı gibi, P-P’ ilkesi tarafından yönlendirilmesi îcâb eder. Bir şirketin özel mülkiyete ait olup olmaması son kertede belirlenim (her ne kadar bu belirlenim onun tanımlayıcı etmenlerden biri olsa da) değil, aksine üretimin yabancılaşmış, soyutlanmış ücretli emeğe dayanan maddî kullanımından dışsallaşan ve onunla ilişkisi kopan artı değer ilkesi tarafından yönlendirilip yönlendirilmemesiyle ilgilidir. Marx’ın ileri sürdüğü gibi, kapitalist ekonomi ya kapitalist devlet ve burjuva toplumu tarafından ya da sosyalist devlet ve onun “vulgar sosyalizm” dediği, yabancılaşma problemi yerine dağıtıma odaklanan kolektif burjuvazi gibi davranan bir toplum tarafından sahnelenebilir (krş. Karl Marx, “Gotha Programı’nın Eleştirisi”). Söz konusu yabancılaşma emeğin yabancılaşması, hatta nakdî değerin yabancılaşması ya da kullanımdan gelen değerin fetişi olabilir, sonuncu fakat bir o kadar da önemli olacak şekilde, ekonomik üretimin doğadan yabancılaşması da olabilir (Marx, “Gotha Programı”).
“Gotha Programı’nın Eleştirisi”nden alınan şu pasajı düşünün:
“Emek, tüm zenginliğin kaynağı değildir. Emek kadar doğa da kullanım değerlerinin (ne de olsa maddî zenginlik bunlardan oluşur!) kaynağıdır; emeğin kendisi de, bir doğa gücünün, insanın emek gücünün ifadesinden başka bir şey değildir […] İnsanın emeği, sadece, insan kendisini başından itibaren doğanın, yani tüm emek araçlarının ve emek nesnelerinin ilk kaynağının sahibi saydığı, doğayı kendisine ait kabul ettiği sürece, kullanım değerlerinin ve dolayısıyla aynı zamanda zenginliğin kaynağı olur. Burjuvalar, emeğe doğaüstü yaratıcılık gücü atfetmek konusunda çok iyi nedenlere sahiptir; çünkü tam da emeğin doğaya bağımlılığı yüzünden, kendi emek gücünden başka hiçbir varlığa sahip olmayan insan, tüm toplumsal ve kültürel koşullar altında, kendilerini çalışmanın maddî koşullarının sahipleri kılmış olan başka insanların kölesi olmak zorundadır.”[2]
O halde, son kertede, belirlenim sırf emeğin değil toplumun (ve ekonominin) doğadan dışsallaşmasıdır. Doğa ayrıca madde veya maddîlik meselesi olarak belirlenmiştir. Bu durum bizlere, teknoloji ve doğanın kaynaştığı durumlarda bile maddîliğin suistimaline dayalı saf spekülatif bir evren inşâ etme şeklindeki insanî iddianın kapitalizmin çelişkisindeki köşe taşı olduğunu söyleyerek ve dolayısıyla meseleye salt biçimsel anlamda gönderme yaparak Marx’ı modern bağlama oturtma izni veriyor. Doğayla aşkınlık veya insanî iddia arasındaki diyalektik tersine çevrilmelidir. Budalaca, amaçsızca yayılan virüs söz konusu çelişkiyi artık kapitalizmin koşulları altında sürdürülemez hale getiriyor. Gerçeğin müdahalesi her zaman manasız, amaçtan âzâde olmuştur; o, Lacan’ın ortaya koyduğu gibi, bir semptomdur. Karşı karşıya kaldığımız semptom doğanın sonsuza kadar sömürülemeyecek olmasıdır; doğa kendini, doğal gerçekliğe insancıl bir Dünya’da karar verme şeklindeki insanî iddiadan bağımsız, kendi başına ontik bir mevcudiyetten ziyade salt kaynak kılan tutuma karşı öz-savunma düzeneklerini yaratır. Laruelle’in kanıtladığı gibi, “Dünya”, yalnızca gerçeklik etrafında bir dil yaratması anlamında değil, ama ayrıca gerçeğin ne olduğunu bildirmesi, karşı karşıya kaldığı dışsallığın gerçekliğine karar vermesi anlamında felsefeye eşittir; örneğin, tıpkı felsefeninki gibi sermayenin bakış açısından da doğanın gerçekliği sırf değer yaratımına “kaynak” olmaktır, kullanım sadece artı değerin yaratımında geçerlidir, değer salt “maddîlik”ten ve/veya canlılıktan üstündür. Tüm canlılığın ve tüm canlıların, ama ayrıca diğer “doğal kaynaklar”ın eksiksiz bir holokaustosu (bedenin tümüyle yakılmasını içeren antik Grek kurban ritüeli anlamında) zemininde, yalnızca bu zeminde saf Spekülatif Aklın mutlak bir hükümranlığı meydana gelebilir; şimdiye dek var olan tüm felsefede gösterildiği gibi. Korona salgını bu felsefî ve kapitalist düşün çocuksu bir gölge oyunu olduğunu gösterdi.
Şu halde, evlerde veya başka bir yerde, mesela devlet örgütlü karantinalarda olsak bile en dramatik çelişkiye, kapitalizmin son merciinin belirlenimi çelişkisine tanıklık ettiğimizi anlamalı, ayrıca belirtilen çelişkiyi aşan ve 20. yüzyıl vulgar sosyalizminin hatalarını tekrar etmeyen bir sosyalist ekonomi icat etmeye girişmeliyiz. Tüm dünya benzer bir tecride kapıldı ve aynı çelişkiye, benzer devlet müdahalelerine tanıklık ediyor, mademki 7 milyar münferit can ürkütücü şekilde birbirine benzerdir, o hâlde eylemlerimiz de küresel ve enternasyonalist olmalı.
Çeviri: Çağatay Özyürek ve Mustafa Yalçınkaya
Kaynak: https://bit.ly/2wTXiXu
[1] (Lat.) Dar manada.
[2] Karl Marx ve Friedrich Engels, Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, çev. Erkin Özalp, Yordam Kitap, İstanbul, 2017, ss. 20-1.