Virüs ve Kerameti Kendinden Menkul İnsan
NEFİSE BARAK & ENGİN ABAT
Bu yazıda Covid-19’a dair iki yaklaşımı ele alacağız. İlk yaklaşım, Covid-19’u toplumsal farkları ve eşitsizlikleri örtme aracı olarak, ikinci yaklaşım ise toplumsal farkları ve eşitsizliği açığa vuran olarak Covid-19 ile düşünsel temasta bulunur. Her iki yaklaşım da virüsü antropomorfik bir tarzda ele alıyorlar. Böylece iki yaklaşım da beden ve virüs karşılaşmasının üzerini örten bir tavırla damgalanmış oluyorlar. Bize göre bu yaklaşımlar yanlış bir nedensellik ilişkisi kuruyorlar. Bu hataya yol açan en güçlü metafizik/ontolojik varsayımın insan-merkezci görüş olduğunu düşünüyoruz. Eleştirel hattımıza corpus kavramını netleştirerek başlayabiliriz.
Corpus, bilindiği gibi, Latince, hem cisim hem beden hem de toplumsal yapı gibi anlamlara gelen bir terimdir. Örneğin bir virüs de insan bedeni de mevcut düzenin bütünü de bir corpus’tur. Bir corpus olarak virüs ile bizim hangi corpus’umuz ilişkilenmektedir? Bu soruya iki biçimde cevap verebiliriz: Biyolojik corpus ve toplumsal corpus. İşte yukarıda eleştiriyi hak eden her iki yaklaşımda da bu ayrımın yeterince yapılmadığını görebiliriz.
Öncelikle biyolojik açıdan insan bedeni simbiyotik bir ilişkiler bütünüdür ve bu bütünlük görelidir. İnsan bedeni dışsal pek çok başka bedenlerle sonsuzca etkileşim halindedir ve kendisi de karmaşık-bileşik bir yapıdır. Virüs de bu etkileşimlerden sadece biri. Bu düzeydeki karşılaşmanın bildiğimiz insan bedeni oluşageldiğinden beri devam eden daha geniş ölçekli evrimsel bir sürecin içinde düşünebiliriz. Dolayısıyla bu noktada bir ve aynı bedeni ilişkilenmeleri ve etkileşimleri bakımında biyolojik beden ve toplumsal beden olarak ayırabiliriz. Biyolojik bedenle doğada yaşayan bir tür olarak insan bedenini, yani doğal yanımızı kastediyoruz. Toplumsal bedenle insanın kültürel, siyasal, hukuksal, bilimsel, ekonomik etkinliklerinin tümünü kastediyoruz. Bir analiz doğrultusunda da olsa ikiye ayrılan bu bedenden gelen bir dirençle karşılaşırız. Biyolojik bedenlerimizin Covid-19 türünden bir virüse direnç göstermesi için, uzmanların görüşüne göre, yeterli beslenme rejimi olmazsa olmazdır (yeterli vitamin, yeterli barınma koşulları, yeterli dinlenme, yeterli temizlik koşulları vb). Bu durumun bizatihi kendisi biyolojik bedenle toplumsal beden arasındaki ayrımı analiz düzeyinde bile müphem kılmaktadır. Elbette toplumsal bedenin konumu biyolojik bedenin bağışıklığını etkilemektedir. Ancak bu etkinin boyutunu ve gücünü nasıl kavrayacağımız sorunsallaştırabiliriz, bu nedenle, şimdi toplumsal bedenle neyi kastettiğimize geçebiliriz.
Covid-19’la karşılaşmamız sonucu, biyolojik bedenin toplumsal bedenle içsel ilişkisine dair ortak duyu virüsün âdil olduğu iddiasında belirginleşir. Bu ifadeyle, virüsün herkesi hiçbir farklılığı gözetmeksizin enfekte edeceği dile getirilmektedir ki, bu görüşün doğruluğu daha çok biyolojik bedenin yapısından kaynaklanır. Ancak bu olgusal doğruluktan hareketle mevcut eşitsizliklere dair bilindik bir hikâye devşirilmek istenir. Virüs her beden/corpus’la temas edecek; evet ama, görülen o ki, bazı bedenlerle daha fazla haşır-neşir olacak. Yukarıda değindiğimiz yeterli beslenme rejimindeki eksiklikler, bazı bedenlerin daha kırılgan yapılandığını gösterir. Diğer bir deyişle, virüs âdil olsa dahi, onunla karşılaşabileceğimiz/karşılaşmayacağımız koşullar hiç âdil değildir. Dolayısıyla, bu kanının zaten sağlam bir temelinin olmadığı aşikâr. Ama metaforik eşitlik, gerçek eşitsizliği perdeleyemiyor. Bu küme altındaki bir diğer yaklaşım, virüsü bir düşman olarak görme biçiminde tezahür eder. Buradaysa, düşman kategorisinin neyi gösterdiğinden çok neyi sakladığı üzerine düşünmemiz gerekir. Onu görünmez bir düşman ilan edişimizse, dünyayla ilişkimizi dost-düşman kategorisi üzerinden başka şekilde inşa edemediğimizi gösteriyor. Düşman kategorisinin siyasal içerimlerini de hesaba katarsak, virüsü nasıl kavradığımızı ve onu nasıl sınırlandırdığımızı görebiliriz. Fakat Covid-19 sadece dost-düşman kategorisine yerleştirilerek tüketilecek bir ilişki türü değildir.
Bir taraftan onun âdilliğini övüyor, diğer taraftan onu görünmez bir düşman ilan edip savaşıyoruz. Âdil olarak virüs ile düşman olarak virüs en sonunda aynı gemideyiz metaforunda kristalize olan bir düşünme biçiminin sayıltılarıdır.[1]Sonuç olarak, düşman kategorisi eşliğinde hepimizi tehdit ederken âdil olan virüsten kaçınmak için bindiğimiz geminin farklı kamaralarında bazıları bu ölümcül virüsle koyun koyuna yatmaya devam eder. “Bunlar metafor” denilse bile, neden bu tarz metaforları kullanıyoruz? Çünkü henüz canlı olup olmadığını bile bilemediğimiz ya da daha doğrusu ancak bir canlı organizmada yaşayabilen ama kendi başına yaşayamayan virüsü ahlâkîleştirerek kendi suretimizde bilinir kılmaya çalışıyoruz.
İkinci gruptaysa, virüs, bilhassa bir gelecek tasarımının başlatıcısı veya tetikleyicisi olarak anlamlandırılır. Bunu da kendi içinde ikiye ayırabiliriz. Geçmiş eşitsizlikleri görünür kılma aracı olarak virüs: Neo-liberal politikalardan ekolojik yıkımlara kadar mevcut sistemin bir dizi uygulamalarının yanlışlığını dile getirenlerin daha çok terennüm ettikleri gibi virüs geçmişten gelen ve hâlihazırda da devam eden toplumsal farkları ve eşitsizlikleri görünür kılan bir araca dönüşür. İkincisiyse, bir gelecek tasarımı olarak virüs: Bu küme, ilkinin tespitlerini de kabul ederek, ortak-laşmacı, ortak-bulaşmacı, ortak-varlıkçı…[2] gibi ifadelerle virüsü olumlu bir geleceğin olumsuz bir habercisi olarak görüyorlar. Virüsten bir gelecek devşirmeye veya virüsün mevcut sistemin açmazlarını ifşa ettiğine dayanan bu görüş sanki virüsü değişim için kurtarıcı bir özne gibi konumluyor. Aslında bu düşünce biçimi gayet fantastik bir şekilde sanki virüs ile (İsa) Mesihi yan yana getiriyor. Dolayısıyla şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır: Bir kurtarıcı olarak Tanrı’nın oğlu İsa ile Covid-19 veya bir düşman olarak Deccal ile Covid-19.
Böylece her iki grup farklı gerekçelerle virüse bir irade yüklüyorlar. Virüsün yoldaşları çok uzun yürüyüşlerinin ve güçsüzlüklerinin bu belirsiz komutanından medet umarlarken, virüsü düşman diye kodlayıp kendilerini dokunulamaz sananlar mevcudiyetten iktidarlarını tahkim etme derdindeler, hiç değilse mevcudiyeti muhafaza peşindeler. Tam bu esnada virüsü soracak olursak, virüs tüm bunlara kayıtsızdır. Bir bio-corpus olarak virüs sadece yaşayakalmasına çabalar. Öyleyse, görülen o ki, çoğu tekinsiz karşılaşmada olduğu gibi her iki grup da önceki fikirlerine daha sıkıca sarılıyor. Nasıl olur, “virüsten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” denmişti bize? Şayet ve özellikle bu denli etkileyici karşılaşmalardan bir şeyler öğrenmek, yani bu yüce karşılaşmanın hakkını vermek istiyorsak, daha önce aldığımız kararları yavaşça yere bırakmamız ve bunun için düşünmemiz gerekir. Sahi gerçekten düşünüyor muyuz?
Meselenin özünde her iki grup da farklı nedenlerle de olsa aynı hatalı nedensellik ilişkisini kuruyor ve böylece virüsü sadece iradî bir fenomene dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda onu bir inanç fenomenine de dönüştürüyor. Bir doğa fenomeni olarak virüsü, umut edilen mevcut sistemin değişiminin kaynağı olarak atfediyorlar. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Maddî/uzamsal bir hareketin veya şeyin, yani virüsün, düşünsel/toplumsal hareketlerin nedeni veya sonucu olarak görmek. Doğal bir fenomen olarak virüs sadece doğal şeylerin nedeni olabilir, solunum yetmezliği ya da ölüm gibi. Doğal bir fenomen olarak virüs bizim işlemeyen toplumsal sistemimizi değiştirmemiz için doğrudan bir neden olarak ele alınmaz. Değişimi zorunlu kılan başka nedenleri tetikleyebilir veya değişimi gerekli kılan nedenlerin etkilerini daha hissedilir/görünür kılabilir ama kendisi bir neden olamaz. Doğal olan doğal şeylerin nedeni olabilir, toplumsal-ekonomik-siyasal olanın değil. Virüs toplumsal-ekonomik-siyasal alanın dışında bir doğa fenomeni olarak bu alana “aşkın”dır. Toplumsal bir değişimin nedenini toplumsal alana aşkın bir yerde aramak, değişime kaynaklık edeceği umulanı bir inanç fenomeni olarak tayin etmektir. Bu aslında bir parça Mesiyanik bir yaklaşımdır, yukarıda da değindiğimiz gibi, bizi kurtarması için beklenen kutsal bir fenomen olarak İsa Mesih veya bir düşman olarak Deccal ve bir doğa fenomeni olarak Covid-19. Başka bir deyişle, toplumsal olana yönelik değişim toplumsal olanın kendi içinden gelmelidir. İndirgemeci bir tavırla gerçekte birbirleriyle ilişkili olan fakat birbirinin nedeni olmayan iki farklı süreç biri diğerinde eriyecek bir biçimde ele alınıyor, yani virüsten daha iyi bir gelecek beklemek veya virüsü mevcut sorunların çözümü için bir neden olarak görmek hatalı bir nedensel ilişki kurmak anlamına geliyor. Böyle bir anlayışın en somut örneği, doğayı intikamcı bir iradi varlık olarak anlamakta kendisini gösterir.
Epey uzun bir zamandır insan-merkezci görüşün dayattığı toplumsal, ekolojik ve ahlâkî çöküntü içinde yaşamaya çabalıyoruz: İnsan-merkezci, özelinde Avrupa-merkezci, erkek-merkezci, erkek ama beyaz erkek-merkezci, beyaz erkek ama zengin beyaz erkek-merkezci vs. Merkezdeki dünyayı kendi suretinden gören toplumsal-siyasal-ekonomik bedenin merkezciliğini paranteze alsak, biyolojik bedeni merkeze koysak bile olmuyor.
Bedenimizde bizimle yaşayan, fayda sağladığımız bizden fayda sağlayan birçok mikroorganizma var. Bu mikroorganizmalar fizyolojik bütünlüğümüzün birer parçasıdır. Bedenimiz başka türlerle simbiyotik ilişkiler içinde bulunan bir holobiont[3] olarak da anlaşılabilir. Diğer bir deyişle insan dediğimiz, bir tür olarak değil, bazı belli türlerin bir arada simbiyotik bir ilişki içinde bulunduğu biyolojik bir bireydir. Dahası evrimsel kuvvetlerin de holobiontun genetik içeriği olan hologenomlara etki ettiği öne süren bir “hologenom evrim teorisi” vardır, yani başka mikroorganizmalarla yaşamakla kalmıyor birlikte evrimleşiyoruz. Bu basit örnek dahi bize “insan” denilenin, biyolojik bedenin mahiyetini yeniden düşünmeye sevk ediyor. Hâl böyleyken, nasıl olur da doğayı kendi suretimizden anlamaya çalışmaya devam edebiliriz?
Gelelim adaletiyle meşhur Covid-19’a… İçinde bulunduğumuz dünya görüşü, ontoloji ya da metafizik adına her ne dersek diyelim, bu “şey”e uygun bir kavrayış getiremiyor. Onu kendi gerçekliği içinde, kendi tekilliğinde kavramıyoruz. Böylece Covid-19’u düşündüğümüzde, bu “şey”in kendini bizi açması için koşullar yaratmaktan çok onun üzerini kendi ahlâkî-politik-ekonomik kavramlarımızla örtüyoruz. Ancak sorun daha temelde. Markus Gabriel “yeni bir metafizik salgına ihtiyacımız var”[4] diyor, ona katılıyoruz. Dünyayı bir bütün olarak göreceksek varsayımlarımızı değiştirmeliyiz. Yeni bir ontolojiye ihtiyacımız var. Merkezin olmadığı bir ontoloji. Bunun için merkezlere saldırmak gerektiğini düşünüyoruz; merkezleştirici düşünce siyasal alanı merkezi koruyan dostlar ve merkeze saldıran düşmanlar gibi sınırlayan üretken olmayan bir metafizik varsayım. Ya merkez yoksa ya da merkez her yerse? İnsan-merkezli, Avrupa-merkezli, erkek-merkezli, ben-merkezli… önümüzdeki ontolojik ufuk, merkezleri hedef alan düşünceler inşa etmeyi gerektiriyor.
Sadece ellerimizi yıkamakla geçiştiremeyeceğimiz bir olayla karşı karşıyayız. Kolları sıvamalı ve düşünsel olarak da ellerimizi yıkamalı yeni bir kavrayışın imkânlarını düşünmeliyiz. Şeyleri yerli yerine oturtmanın yollarını ararken önceliğimiz şudur: Virüsten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak safsatalarını bir kenara bırakmalı ve biyolojik bedenimizin sınırları içinde cereyan eden bir karşılaşmanın “öldürücü” sonuçlarını toplumsal bedenin en korunaksız (mülteciler, işçiler, yaşlılar vs..) kesimlerine fatura edilmemesi için şu güzel soruyu sormalıyız: Ne yapmalı?
Dixi et salvavi animam meam!…[5]
[1] Bu metaforu, henüz sistem içinde bile çatırdatan acınası bir deneyim yaşıyoruz. Sistem hâlâ kendi mantığı içinde virüsle mücadele ediyor, solunum cihazlarının yaşlılardan alınıp gençlere takılması üzerine tıbbî bir kriter belirlenmiş. Bu tam da mevcut sistemin kendini devam ettirdiğini gösteriyor. Solunum cihazlarını gençlere vermemekten başka, rasyonel bir seçim yapmamızın mümkün olmadığı bir sistem. Sistem kendi “rasyonel” kriterini yeniden-üretiyor, yani aslında dayatıyor, kendini biteviye tahkim ediyor; çünkü bu sahte-seçim emek-gücünü yaşatmak için üretken olmayan kesimi ölüme mahkûm etmek değil de nedir?
[2] co-mmunism/co-immunism/co-exist.
[3] Holobiont bir konak (host) organizma ile onun içinde veya üzerindeki mikrobiyotadan (bakteri, protisti, fungi, archaea gibi mikroorganizmalar) oluşan simbiyotik birlik.
[4] Markus Gabriel, “Wir brauchen eine metaphysische Pandemie”, https://www.uni-bonn.de/neues/201ewir-brauchen-eine-metaphysische-pandemie201c.
[5] Söyledim ve ruhumu kurtardım.